Ulusal kurtuluşun ve cumhuriyet devriminin yolunu açan "Büyük Zafer"in bugün 79'uncu yıldönümünü kutluyoruz.
Ama hicran ve hüzün doluyuz.
Çünkü bize 30 Ağustos övüncünü kazandıran büyük komutana ve silâh arkadaşı dedelerimize karşı olan görevlerimizi yerine getiremediğimizi biliyoruz.
Yetmiş dokuz yıl, yakın tarihin en büyük askeri zaferini ekonomik ve demokratik zaferlerle taçlandırmak için yeterli bir zamandı.
Ama bize yetmedi..
Atatürk 1 Mart 1923 günü TBMM'nin dördüncü açılış yılını açarken şöyle demişti:
"Geçen sene milli mücadelemizi gerçekleştiren büyük ordunun tüm masrafları karşılandığı gibi devlet yönetimi, tüm bu harcamaları dışardan en küçük bir borçlanmada bulunmadan gerçekleştirmiştir.
1922 yılı içinde milli hazinenin 1921'den gelen borçlarının üçte ikisi ödenmiştir.
Köylü ve çiftçiyi korumak gayesi ile ağnam (koyun) vergisi indirilmiş ve evvelce acil ihtiyaçlar dolayısiyle maaş sahiplerinden kesilmiş olan yüzde 20'lerin iade edilmesiyle devlet hizmetinde bulunanların rahatlaması sağlanmaya çalışılmıştır."
Ekonomik kriz içinde sosyal patlama korkuları yaşayan ülkeyi 200 milyar dolar borca batıran bugünkü siyasetçiler, milli mücadele içinde mucize yaratan o fedakâr kahramanların çocukları mı?
Atatürk, cumhuriyetin kurulduğu gün bir Fransız yazara şunu söylemişti:
"Bütün çabamız Türkiye'de çağdaş, yani Batılı bir hükümet meydana getirmektir. Medeniyete girmek isteyip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir?"
Goethe "Düşleyebildiğiniz her neyse, başlayın.. Cesaretin dehası, kudreti ve büyüsü vardır" demiş.
Ama Türkiye, ekonomisine istikrar ve büyüme, demokrasisine çağdaş kaliteler kazandıracak Avrupa Birliği hedefine yürümekte halâ yeteri kadar cesur değildir.
30 Ağustos zaferinin inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti için Avrupa Birliği üyeliği, hak edilmiş bir gelecektir.
Önümüzdeki 30 Ağustos'ları artık böyle bir zaferle bütünlemeliyiz!
Üzeyir Garih gibi değerli bir adamı, bu kadar ucuz bir ölüme mahkum eden sebebin af olduğu kesin gibi..
Firari er Yener Yermez'in ailesini aradığı telefonun, ayrıca kışladaki dolabında bulunan pantolonu ve ayakkabısı üstündeki kanın Garih'e ait olduğu belirlendi.
Aranan sanığın, cinayet hükümlüsüyken aftan çıktığı da biliniyor.
Şimdi Rahşan Ecevit "Benim düşündüğüm af katillerin affı değil, garibanların affıydı" diye toplum vicdanında beraat etmeye uğraşıyor.
Boşuna.. Ecevit yapımı 1974 affı, onlarca değerli insanı terör cinayetlerine kurban etti.
İkinci af, aynı uğursuz sonuçları doğuruyor.
"Gariban affı" diye bir şey olmaz.
Çünkü adaletle ve infaz sistemi ile oynayan "garabet erbabı" ne kadar iyi niyet taşırlarsa taşısınlar, katillerin, hırsız ve uğursuzların gol atacakları karambolları yaratırlar.
Rahşan Ecevit'in pişmanlığı dileriz hem ona ve hem tüm siyasetçilere unutmayacakları bir ders olmuştur!