Umudumuzu kaybetmeyeceğiz
Günler çabuk ama zor geçiyor. Kasım krizinin onuncu ayı doldu. Bu süre içinde Türkiye çok tatsız günler yaşadı. Bir kaç defa ülkenin uçurumun kenarına geldiği hissine kapıldık. Korku içinde nefesimizi tutup aşağı düşmesini bekledik.
Neyse, her defasında bir şekilde uçurumun kenarından döndük. Ama o arada özellikle ekonomide büyük hasarlar oluştu. Büyümenin yerini küçülme aldı. Gelir dağılımı bozuldu. İşsizlik patladı. İflaslar arttı.
Kötü gidişat bazılarını diğerlerinden daha çok etkiledi. Sanki tersine bir piyango gibi. Örneğin dövizle borçlanıp iç piyasaya yönelik yatırım yapanları galiba en çok vurdu. Yakın geçmişin parlak mesleği bankacılığı da unutmamak gerekiyor.
Bütün bunlar çok üzücü gelişmelerdir. Ancak, her şeye rağmen maddi kayıpların telafisinin mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor. Hayat böyledir. Bir gün kazanır, başka bir gün kaybeder, sonra bir gün yeniden kazanırsınız.
Maalesef işin bir de öbür tarafı var. Son on ay içinde Türkiye manen de çok şey kaybetti. Kriz en çok Türkiye'ye güvenenleri, TL'ye sahip çıkanları, risk alan müteşebbisleri cezalandırdı. Kötümserleri, dövizcileri es geçti.
Kaçınılmaz olarak özgüvenimiz derinden yaralandı. Daha düne kadar gururla yanlarından geçtiğimiz komşularımıza karşı başımızı öne eğmek zorunda bıraktı. Yeni neslin Türkiye'ye inancını sarstı. Başka ülkelere göçetme arzusunu kamçıladı.
Daha da vahimi, bu ruh hali toplumun iyi eğitilmiş seçkinlerine bile yansıdı. Pusulalar şaşmaya başladı. Kabahati demokraside bulanların sayısı arttı. İyi niyetlerle bile olsa demokrasi dışı rejim arayışlarını tetikledi.
Bardağın yarısı dolu
Ortadaki karamsar havanın psikolojik kökeninde psikolojik sorunların yatmadığını hepimiz biliyoruz. Türkiye gerçekten çok kötü günler geçirdi. Ekonomideki kriz hala sürüyor. Morallerin bozuk olmasının objektif nedenleri fazlası ile mevcut.
Bütün bunlara evet diyoruz. Fakat, Türkiye'ye, insanlarımıza, demokrasiye, Avrupa Birliği'ne tam üyeliğe, yani geleceğimize güvenimizi tümü ile kaybetmeyi gerektirecek kadar herşeyin kötü olmadığı kanısındayız.
Daha önce de yazdık. Tekrarlamakta yarar görüyoruz. Türkiye toplumu, ekonomisi ve siyaseti ile birlikte yakın tarihinin en büyük dönüşümünü yaşamaktadır. On yıldır yapay olarak sürdürülen eski düzen bir daha geri gelemeyecek şekilde iflas etmiştir.
Yerine yeni yapıların çıkması zaman alacaktır. Yeni düzene direnç de olacaktır. Bazılarının çıkarları bozulmaktadır. Diğerleri imtiyazlarını kaybetmektedir. Yenilikler kimilerinin inançlarına ters düşmektedir. Bunlar kaçınılmazdır.
Halbuki son dönemde Türkiye pek çok inanılmazı gerçekleştirmiştir. Kamu bankalarına görev zararı yazdırma dönemi bitmiştir. Bütçe disiplini gelmiştir. Kamu maliyesinde büyük faiz öncesi fazlalar vermeye başlamıştır.
Bankacılık kesiminde geçmişte yapılan hatalar temizlenmektedir. Kamunun üretimdeki payı hızla indirilmektedir. Enerjide, telekomda, daha az kaynak israfını temin edecek düzenlemeler yapılmıştır.
Daha düne kadar tabu olan, ulusal güvenlik ve askerin siyasetteki rolü tartışmaya açılmıştır. AB'ye tam üyelik konusunda giderek genişleyen bir mutabakat oluşmaktadır.
Bunları "poliyannacılık" yapmak, sizlere gaz vermek için anlatmıyorum. Bardağın yarısı gerçekten boştur. Ama tümü boş değildir. Öbür yarısı da doludur. Bunu unutmamakta yarar görüyorum.
TL'ye dönüş kampanyası
Umutlanmak için son bir örnek daha vereceğim. İşalemi tarafından TL'yi dolara karşı savunmak için açılan kampanyayı çok olumlu buluyorum. Yıllardır söylediklerimiz galiba nihayet anlaşılıyor.
TL dandik para kaldığı sürece, Türkiye ekonomisinin büyük sorunlar yaşaması kaçınılmazdır. TL'nin itibarını tesis etmek zorundayız. Bunu da sadece devletten bekleyemeyiz. Vatandaşın da kendi parasına sahip çıkması gerekmektedir.
Yenilik orada. Herşeyin devletten gelmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaya başladı. Vatandaş her çeşit parasal işlemi için döviz kullanmayı sürdürdükçe TL dandik kalacaktır. Bir yerden başlamak gerekiyordu. Hükümet kendisine düşenleri yapıyor. Sıra vatandaştadır.