Elveda vatanım, elveda...
Anadolu işgali sırasında esaret adına yaşananlar tam bir insanlık suçuydu. Trakya'dan binlerce sivil götürülmüş, yıllarca rehin olarak kamplarda tutulmuştu
Bazıları ağlayarak "Beyaz Bayrak" çekmişlerdi. İçlerinde ellerini kaldıramayacak kadar yorgun, yılgın hasta ve yaralı olanlar da vardı.
Binlerceydiler... "Havada kuş, denizde balık kadar..." Aç susuz ve dipçik darbeleri altında, ölüme Azrail ile kolkola yürüdüklerinde hiç kimse onlar kadar kadınlarına ve çocuklarına ve tabii ki vatanlarına hasret duyamazdı.
Günümüz çocukları Pilevne'den Sarıkamış'a, çöllerden Milli Mücadele'ye uzanan esareti anlatmak pek mümkün değildir. Çünkü o felaketleri yaşayanların yaşadığı acı ama gerçek hayat günümüze pek intikal ettirilmiyor. Sanki zaman durmuş, hafızalar yitirilmiş. Merkez özgürlük nutku atıyor ama hiç kimse özgürlüğe geçmişte nasıl bir bedelle sahip olunduğunu bilmiyor.
TARİHSEL KÖPRÜ
Viyana Kuşatmaları sırasında 11 Haziran 1668'de esir düşen Temaşvarlı Osman Ağa'nın Hatıraları şimdi British Museum'da... Bizim arşivlerimizde olmayışının nedeni, doğu ilimleri uzmanı Avusturyalı Kramer'in bu hatıra ve belgeleri Osman Ağa'nın Tophane'deki evinden alıp Londra'ya satması... Biz ise yabancılar lütfederlerse tarihimizi Batı'dan öğrenmeye çalışıyoruz.
"Esir Kampları" geçmişin tutsaklığından, günümüz özgürlüğüne tarihsel bir köprü kuruyor. Esaret mektuplarında ne yiyecek ne de giyecek istiyorlar. (Esir Kampları, Ergun Hiçyılmaz, Beyaz Balina Yayınları)
Bütün bunlara rağmen bazen hürriyet isteği yerine ulaşamıyor. Ya da hürriyet sadece hasret olarak yaşıyor. Bu hasreti Burma, Birmanya, Sibirya, Hindistan, Mısır ya da Balkanlarda yüzbinlerce insanımız yaşadı. Kore Savaşı ise bu esaret zincirinin yaşanmış son halkası oldu. Kore'de "Kayıp" addedilen esirlerimizin bir bölümü vatanına hasret olarak çile çektiler. Şartlar gereği geri dönemeyen, çoluk çocuğa karışan Kuzey Kore ve Çin'de ne kadar esirimizin kaldığı kesin olarak bilinmiyor.
ŞEREFLİ ASKER
Sır vermediği için işkencelerden geçirilmiş, gözlerine mil çekilmiş açlık ve susuzluğa kurban edilmiş nice isimsiz vardır.
Ama içlerinde Cervantes gibi edebi, Gazi Osman Paşa gibi askeri dehaları da görürüz. Cervantes İnebahtı'da savaşmış 1575'de Napoli'den İspanya'ya dönerken Santes Maries Lamer civarında korsanlar tarafından gafil avlanmış ve Cezayir'de Hasan Paşa'ya satılmıştı. Miguel De Cervantes 5 yıl esaret yaşadıktan sonra ülkesine dönebilmiş ve Türkler tarafından öldürülmediği için Don Kişot'u yazabilmişti.
Teslim olmamak için aylarca direnen Fahrettin Paşa, ile General Townhend Birinci Dünya Savaşı'nın "Şerefli asker" muamelesi gören kumandanları olmuştu. Bazıları üç savaş, iki esaret birden yaşamıştı. Nafız Gürman (Orgeneral), Ahmet Derviş (Korgeneral) Milli mücadelede tıpkı, Gani Atakkaan ve İbrahim Ethem Sorguç gibi cesaretle yer almışlardı.
Anadolu işgali sırasında esaret adına yaşananlar ise tam bir insanlık suçuydu. Trakya'dan binlerce sivil götürülmüş ve işgalcilerin bıraktığı esirlere karşı aylarca, yıllarca rehin olarak kamplarda tutulmuştu.
Yunan İkinci Kolordu Kumandanı General Dionis, Yunan Başkumandanı General Trikopis, 4. Tümen Kumandanı General Dimaras gibi yüksek rütbelilerden oluşan Yunanlı kurmaylar ise bulundukları kamplarda özel misafir muamalesine tabi tutulmuşlardı. Oysa Yunan kuvvetlerinin elindeki en üst rütbeli subay olan Albay Cafer Tayyar Paşa casusluk suçlamasıyla Divan-ı harbe verilmişti. Doğu Trakya işgali sırasında 26 Temmuz 1920'de esir düşen paşa hapishaneden hapishaneye dolaştırılmış en son Singros Hapishanesi'ne nakledilmişti. Mart 1923'e kadar süren ve bir Yunanlı subayla takas edilerek kurtulan (Mart 1923) paşa 11 ay boyunca tek başına bir odaya hapsedilecekti.
Esaretin bir başka yönden verdiği acıyı bu hapishaneden örnekleyebiliriz. Dedik ya bazıları sivildir ve serbest olmalarına rağmen tusaklığı yüreklerinde yaşayabilirler.
SİVİL YURTSEVER
Çerkez Ethem gözyaşlarını sadece Ürdün kıyılarında dökmemişti. Yunan tarafına geçmenin onur kırıcılığını ve pişmanlığını Atina'da da yaşamış ve Singros Hapishanesi'nde Cafer Tayyar'ı ziyaret etmişti. Zeynel Besim Sun Yakın Tarihimiz Dergisi'nde (Sayı: 45 3 Ocak 1963) bu olayı yazmıştı. Biz paşanın odasında tebriklerimizi arz ederken, siyah elbiseli, kalpaklı dört beş kişi girdi. En önde giren paşanın ayaklarına kapandı. Paşa rica ederim kalk kalk diyerek bu şahsı kaldırdı. Ve sonra eli ile işaret ederek bağırdı: Git... Git... Adam hıçkıra hıçkıra ağlayarak çıktı gitti. Bu adam Çerkez Ethem'di...
Aynı ilke ve ülke ile yola çıkmışlar düşmana karşı savaşmışlardı. Cafer Tayyar Bey esir olmuş, Çerkez Ethem Bey de esir edenlerin tarafında onu ziyarete gelmişti. Kimilerinin prangasız, kelepçesiz de olsa hasret çekmeyeceğini ve yüreğine hürriyet tutsağı olmadığını kim söyleyebilir ki?
İçlerinde "Gavun" Mümin gibi sivil yurtseverler de olmuştu. İşkencelerden geçmiş ama sır vermemiş gizli servis elemanlarıydı onlar. General Trikopis'le takas edilecek kadar değerli sivil askerlerdi onlar.
HATIRATLARDA
Asırlar sonra esaret hayatına kaynak olan "ceride"ler Osmanlı'nın son dönemi ile Milli Mücadele'ye ışık tutması açısından giderek önem taşımaya başladı. Örneğin Murat Gani Bey'in (Atakkaan) Burma (solda), İbrahim Ethem Bey'in (Sorguç) Mısır'daki (sağda) esaret hayatları tarafımıza tevdih edilen hatıratlarla günümüze ulaştırıldı.
(0 212) 251 11 77
ergunhicyilmaz@superonline.com
ERGUN HİÇYILMAZ
|