İstanbul varoşlarının gençleriyle, Nişantaşı ve Bağdat Caddesi gençlerini nasıl aynı kaba koyma olanağı yoksa; gelişmiş taşra kasabası gençleriyle, kuytu köylerdeki gençleri de aynı kaba koyma olanağı yok tabii...
Kaldı ki, bir de "genç kuşak" içinde "kız-erkek" ayrımı var...
Bütün bu sınıfsal, bölgesel ve cinsel ayrımlara rağmen; acaba yine de "genç kuşak" psikolojisinden söz edilemez mi?
Denemeye çalışalım.
Hem Türkiye'de, hem dünya'da -her zaman olduğu gibi- genç kuşağın ortak hedefi, daha iyi yaşamak...
"Daha iyi yaşamak"tan murat ise, daha zengin yaşama; yani tüketicilik de, mümkün olduğu kadar parasal sıkıntılara uğramama..
Ancak böyle bir amacın nasıl gerçekleşebileceği sorusu; genç kuşak gruplarına göre değişik ütopyalarda arıyor yanıtını..
Kimi aile olanaklarına dayanmaya eğilimli; kimi zekâsıyla nasıl olsa bir çaresini bulacağına; kimi de şansının yaver gitmesine...
Kendi uğraş alanında evrensel bir kalite yaratmak"la, "daha iyi yaşamak" arasında bir denklem kuranlar pek az..
Bunun bir nedeni de, piyasa reklamları...
Reklamlar, satılık "malların" övgüsünü yaparak, yeni müşteriler yaratmaya uğraşıyorlar. Müşterilerin, o "malları" alacak parayı nasıl bulacaklarını açıklamıyorlar...
Tuzak da zaten burada..
Tüketici yarışı kamçılanırken, parasının nasıl sağlanacağı pas geçiliyor..
Böylece genç kuşaktaki "daha iyi yaşamak" amacının, ekonomik kaynağı havada kalıyor..
"Ekonomik bir bilinç" gelişmesinin yerini, "bulan buluyor şekerim" kestirmeciliği alıyor...
"Daha iyi yaşamak" için kestirme bir yol bulma koşullanmasının; ilerde yaratacağı "yitik kişiler" oranını, kimse kestiremez şimdiden..
Genç kuşak psikolojisinin en dikkati çeken bir yönü de; "sıra dışı görünme", "hemen farkedilme" eğilimi...
Pazar ekonomisi, bu eğilimi de köküne kadar kullanıyor; "şu marka gömleği, yahut ayakkabıyı giyerseniz, hemen farkedilirsiniz v.s." gibi...
Farkedilmek için gerekli paranın nasıl bulunacağı, yine derin bir bilinmez...
Sıra dışı olmak, farkedilmek, üstün görünmek tutkusu... Arşimed, yahut Galilee, yahut Jimenez, yahut Picasso farkedilmek için acaba hangi gömlekle ayakkabıları giymişlerdi?
İnsanlığın istese de unutamayacağı kişiler kategorisine özenmekle; sıra dışı görünmek için pahalı araba kullanmak arasındaki açı; sanırım genç kuşağın ortak eğiliminde yeterince keman çalmıyor..
Bunun sonucu olarak da, özellikle kesesi beyinsellikten kopuk, angutolojik çevrelerdeki havalı gençler; olduğundan fazla görünme şarlatanlığına merdiven uzatıyorlar.. Ve gününü fiyakalı geçirme, yeterli bir doyum olarak görünüyor onlara...
Bilmiyorlar ki, hayatı dolandırma olanağı yoktur ve her şeyin bir bedeli vardır. Bedeli ya bilinçli olarak, peşin peşin ödersin; ya sonunda ödemek zorunda kalırsın...
20 yaşındayken gününü fiyakalı geçirme, yeterli bir doyum olarak göründüğünde; 50'sinde meteliksiz yitik bir çöküntü olma sakıncası da, karşı taraftan yola çıkmaya başlar...
Ev ortamlarının havuzu gelişmişse; daha 5 yaşındayken, süt içer gibi, kendiliğinden benimsenen bir denklemdir bu; her şeyin bir bedeli vardır yaşamda. Ya peşin ödersin, ya sonunda...
Gözüme uzaktan ilişen, havalı gençlerden biri; kazara bu yazıyı okursa, "her şeyin bir bedeli olduğu" denklemine inanmayacaktır...
Dünyanın çok değiştiğini ve bu tür ilkelerin artık sadece eski kuşaklara ait bir inanç olduğunu düşünecektir...
Ve hiç aklına gelmeyecektir ki, 2500 yıl önce yaşamış olan Pythagoras'dan bu yana kaç kuşak değiştiği halde; "2 kere 2" hâlâ "4" etmededir. Kuşaklar arasındaki fark, sadece değişen koşullanmaların farkıdır. Ya her türlü koşullanmayı aşan çalışmalar; bilimsel çalışmalar, sanat çalışmaları, düşünce alanında koşullanmaları arıtma çalışmaları?..
Üstelik de insan neden aklını, gereken bedeli ödemeden ve kestirmeden daha iyi yaşamaya taktırmalı ki?.. Hayatı hak ederek yaşamak daha güzel değil mi?