Bizim Vatansever Hülya ile Gökçeada Film Festivali'ne gitmek üzere sabahın altısında yollara düzüldük. Bizi almaya gelen beyefendinin eşinin döktürdüğü kek ve börekleri saat sekiz sularında verdiğimiz molada ziftlenince adaya enkazımız indi; mideler filan darmadağınık oldu. Karşılama ekibine 'Merhabayın fekat görüşmeyelim şu an mümkünse' mealli zırvaladığımı söylüyor Hülya.
Adanın ilk izlenimi çopur ve çorak... Otele vardığımızda Hülya ile bildik pozisyonu almamız kaçınılmaz oldu. TV karşısında zıbarmak. Akşamleyin Tepeköy'e gitmek üzere taşlı yollardan geçip arabayla olay yerine vasil olduk. Akşam yemeğinin akabinde Rumların Meryem Ana bayramını kutlama programı içerisine duhul edildik.
Meydanda bir pistin çevresinde oluşan kalabalığa nüfuz ederek kim bilir ne hoş şeyler göreceğimizi beklemeye koyulduk. İlerleyen vakitte gördüğümüz şey, adalıların kasap havası ve sirtaki karışımı danslar etmek üzere piste çıkmaları idi. Yerleşim yerleri kıyının aksine tepelere kurulmak zorunda kalındığı için fazlaca rüzgârlı olan Gökçeada'nın asıl adı İmroz da rüzgarlı demekmiş meğer ve zaten.
Gökçeada'nın ismi, asimülasyon hikayeleri Dereköy de, Fethiye'deki Kayaköy'ü hatırlatan terke zorlanmış taş Rum evleri adaya adım attığım andan itibaren üzerime çöken hüznün dekoru ve sebepleri gibiydi. Oturmasına devletler tarafından izin verilmeyen Türk-Yunan ilişkilerinin ada yansımaları festival meselesine hakkıyla kendimi verdiremedi maalesef... Bir de bu lafa takıldık Hülya'yla Tarkan'ın radyo reklamındaki 'maalesef'i ve 'Kuzu Kuzu' şarkısının ilk kelimesi olan 'Bak' arasındaki 'a'ların kırılma noktalarındaki ortaklığa... İki lafın başında meleye meleye bu kelimeleri söylüyor sonra da 'ahı ahı ahı' diye fena halde gülüyorduk. Bu halin ekibe sirayet etmesi çok zaman almadı Allahtan, yoksam festivalin en mutsuz görünümlüfkadını seçilmem sürpriz olmayacaktı. Bu arada bu Tarkan'la bir benim duygusal-cinsel ilişkim yok; bütün kadın kabilesi Tarkan için büyücünün peşinde!
Şimdi dileseniz de dilemeseniz de notlarfbölümüne geçiyoruz. Maalesef !
- Gökçeada pek büyük bir ada bir yerden bir yere gitmek iki gün sürüyor!
- Adanın tesisi olan nadir mekanlarında 'Şen Kanping' (!) büyük abdest, küçük abdest, duş, restoran kullanıldığı halde park yeri, kumda oturdun kalktın, şemsiye marifeti v.s. elin her an cebinde para çıkarmaya hazır beklemen lazım gelen bir mekanfözelliği arzediyordu. Fakat mayonun cebi olmaması (!) kişiye zor anlar yaşatıyordu.
- Yukardaki mekanın yakınında bir tuz gölü vardı. Tuzun altından siyah bir çamur çıkıyor, insanlarda vücutlarının tamamına yüzleri dahil bunu sürüp zenci gibi dolaşıyorlardı. Komik ötesi bir seyirlikti.
- Hülya ile karizmayı önce kuğu şeklindeki deniz bisikletine binmek suretiyle çizdik. İkinci merhale demin sözünü ettiğim siyah çamura bulanmaktı ve Allah sizi inandırsın onu da yaptık.
- Bu yıl dördüncüsü yapılan festival için belediye alelacele bir anfi teatır yaptırmış; iki bin kişi tıklım tıklım her gece film gösterimine geliyordu. Ve bu ne güzeldi.
Kültür Bakanlığı bir film makinesi göndermiş. Tüm filmler 'Makber' karanlığında seyri külfet bir biçimde gösterildi. Adalılar şüphesiz buna hiç layık değillerdi.
- Festivalin mimarları Metin Belgin, Biket İlhan ve sağ kolları Aylin Beyazlı ve de belediye'nin genç ekibi sayesinde biz kendimizi gayet memnun ve mesut hissettik.
- Bir 'Gül' de ada halkına benden... Sakin, centilmen ve her şeyin farkında olan...
-Ehfbu köşe de adı üstünde bir 'köşe' nihayetinde. Yazıyı bağlamak gerekiyor, bırakırsak kalemi o öyle kendi kendine yazar.
-E bu durumda hep beraber:
Azar azar kader bize ne yazaar. Böyle gelmiş böyle gitmez o kadaar.