Döviz pozisyon açığı 2 milyar dolar civarına indi. Bu doğru. Bankacılık sistemi açısından risk önemli ölçüde giderildi. Bu da doğru.
Peki ters giden ne?
Ters giden bankaların döviz açıklarının tekrar artma eğilimine girmesi, risk faktörünün artması...
Her şey doğru giderken, risk neden yükseliyor?
Gelin bir banka genel müdürünün verdiği bilgilerden yola çıkarak bu riski analiz edelim.
Önce veriler...
Birinci veri: Sanayi kesiminin kullandığı kredilerin önemli bölümü döviz cinsi üzerinden. Türk özel sektörünün kullandığı döviz kredilerinin miktarı 15 milyar dolara yakın. Kredi stokunun önemli bölümü Türk bankalarından sağlanmış.
İkinci veri: Kredi kullanan şirket, zamanında borcunu ödeyemediğinde banka tepesine biniyor. Bankalar karşılıklar kararnamesi denilen yasal mevzuata göre, borçlu hakkında kanuni takip başlatırken, tahsil edemediği kredi için karşılık ayırıyor.
Sanayi zor durumda. Şirketlerin hemen hepsi özsermayelerinin önemli bir bölümünü yitirmiş durumda. Buna karşın satışları azaldı. Ama borçları dolar cinsinden aynen öyle duruyor. Firmalar peşpeşe bankaların ocağına düşüyor.
Döviz açıkları neden artıyor şimdi anlatalım:
Örneğimizdeki bankacı, geri alamadığı 20 milyon dolar için TL cinsinden karşılık ayırıyor. Ama 20 milyon dolarlık da döviz açığı meydana gelmiş oluyor. Yani bankanın döviz varlıklarından 20 milyon dolar uçmuş durumda. Böylece bankanın döviz pozisyon açığı 20 milyon dolar artıyor.
Ve batan, zor duruma düşen, banka tarafından kanuni takibe alınan her firma aslında bankanın döviz pozisyonuna bir delik açıyor. Delik giderek büyüyor.
İşte bankacılık sektörünü bekleyen tehlike bu.
O yüzden reel sektörün sorunlarını görmeyen, yarın yeni bir bankacılık sistemi krizi ile karşı karşıya kalacak.
O yüzden bu günlerde bankacıların hemen hepsi, reel sektör temsilcisi gibi lobi yapıyor.