Üç kardeş, bir mektup
"Milli duyguların, vicdanın, insafın da bir derecesi vardır" diye haykırdı üç kız kardeş. Muhatap, sadrazamdı!
Kanımızdaki ateşin kendi kendine sönmesini beklediğimiz, korkularımızı bile dile getiremediğimiz günler yaşıyoruz..
Topyekün sindirildik..
Şairin deyimiyle "yaramıza tuz basmış" durumdayız..
Kısacası "tuhaf zamanlar"dan, şövalyelerimizin azaldığı, erdem ve onurun ayaklar altına alındığı günlerden geçiyoruz.,.,.
"Geçmişin değerlerini geleceğe taşıyanların dergisi" sloganıyla çıkan Collection dergisinde Meral Altındal kardeşimizin sütununa taşıdığı bir mektup okudum..
Okudum ve bu "tuhaf zamanlar"da bir manifesto gibi sarıldım..
Elime aldım, okşadım, yüz yıl öncenin üç kız kardeşine selam gönderdim..
Mektubun, kaleme alınış tarihi, 1907.
Siyasal sorunlarla zulme uğrayan, onurları kırılan üç kızkardeş, devrin sadrazamına yazıyor mektubu.. Haksız yere sürgüne gönderilmiş, mapusa tıkılmış Hayriye, Faika ve Naciye isimli üç kızkardeş..
ONUR HİTABESİ
Mektupta, üç kızkardeşin neden ve nasıl sürgün edildikleri anlaşılmıyorsa da, dönemin koşulları düşünüldüğünde satır aralarına sığdırdıkları isyan ve kararlılıklarına hayranlık duymamak mümkün değil.
Bence bu satırlar çerçeveletilip bir "onur hitabesi" gibi asılmalı duvarlara..,
Özellikle de "evet efendimci, sepet efendimci" erkekler!
"Beyefendi!
Önceki gün yazdık, bu sabah yazdık, yine sessiz kalıyorsunuz!
Biz mahpusuz, mağduruz, çaresiziz.
Kimden olursa olsun her ne şekilde olursa olsun biz zulüm gördük ve görüyoruz; fakat, aciz, korkak ve ikiyüzlü değiliz.
Milli duyguların,vicdanın, insafın da bir derecesi vardır.
Bu güzel sıfatlar, bu yüce tabiat, amacı kendisinden oluşan bir topluluğun yaptığı işlere alet olmamalıdır.
Hayır, biz suçlamaları kabul etmeyeceğiz, bu hapisliğimiz ne kadar süslü kullanılan araçlar, ne kadar şaşaalı da olsa onların tahtındaki siyah renkli gerçeği anlatmakta bir saniye bile gecikmeyeceğiz.
Evet bize zulüm ediliyor. Hem de zulüm kararı "Beşiktaş'taki Engizisyon Topluluğu" tarafından veriliyor.
Açıkça söylemelisiniz ki görevinizi büyük bir sadakatla yerine getiriyorsunuz. Fakat biz pek kanlı olan bu yaptırımlarınızı ve kararı kabul etmeyeceğiz.
Haksız yere mağdur olanlar hiçbir iyiliğin yüküyle ezilmiş değildir.
Nedensiz olarak zorla el konulan şahsi hukuku, asla düşünülmeden hakaret edilen namus, onur şeref, bir kan değerindedir.
Evet, biz sessiz kalmayacağız..
Bu davranışınız, bu sözleriniz çok tehlikelidir.
Ne yapıyorsunuz siz?
Siz, sanıyor musunuz ki böyle bir işe kalkışanlar, kendilerine karşı kullanılacak silahlara karşı koymayı göze almadan yola çıkmışlardır.
Yahut ümit eder misiniz ki biz bu kadar delicesine cesaret gösterecek kadar safdiliz!
Artık her şeyi açık söylemek gerekiyor.
ÖLÜME GİDİŞ
Biz ölüme gönüllü olarak sevinerek gideceğiz; fakat emin olunuz ki kolaylıkla yendiğinize sevindiğiniz, mağdurlarınızın çıkardıkları haykırışlarının müthiş geri dönüşünü hiç düşmediğiniz yerlerden ummadığınız bir ahenkle işiteceksiniz. Tarihin sayfalarını inceleme zahmetine katlanırsanız bu gibi olayların ne çok olduğunu göreceksiniz..
"Jandark"lar yalnız Fransızlar'da yetişmez.
Cesaretimiz, bizi bir tehlikeye terk ederse, kanımızın pek kıymet göreceğine eminiz.
Yalnız şunu biliniz ki hayatını bedava feda edecek yaradılışta değiliz. Artık az şey ile yetinme zamanı geçmiştir.
Biz, 'gayri ihtiyari bir kapılmadan başka suçu olmadığı halde mahkum edilmiş', ülkenin taa öbür ucuna kadar sürgün edilmiş ağabeyimizi istiyoruz.
İsteklerimiz o kadar önemsizdir ki, çok görmeye, düşünmeye değmez.
Sadrazam Hazretleri'nden bunları bildirmesini rica ediyor, cevabınızı bekliyoruz. Hayriye, Faika ve Naciye..."
Ekran virüsleri!
Bir garip televizyoncu türü çıktı son yıllarda.. Aslında onlara "ne iş yapıyorsun?" diye soracak olursanız "televizyoncu, ya da araştırmacı muhabirim" diyeceklerdir ama inanmayın!.. Hangi sınıfa, hangi kategoriye sokacağınızı bilemezsiniz... Her gece ekrana konarlar.. Ve hemen hemen her kanalda numunelik bir "kişi" vardır!
Magazin programları içinde "özel bir bölüm" olarak yayınlanan vukuatları sırasında "kahraman" olan onlardır! Ve bunca yıldır ne iş yaptıklarını anlayamadığımız "ünlü"lerle dayanılmaz ve iğrenç bir sohbete(!) dalarlar.. Eğer o "ünlü"yü plajda bulurlarsa suya atarlar, kuliste yakaladıklarınaysa, iç çamaşırı denetimi yaparlar! Yediklerine, içtiklerine, giydiklerine "not" verirler... Kameranın karşısında her türlü rezilliğe teşne "av"larından zaten en küçük bir şikayet ve itiraz gelmez... Çünkü birbirlerine "yine mi sen" ya da 40 yıllık meyhane arkadaşıymışcasına "bırak martavalı" gibi "iletişim terminolojisi"nin hiçbir kalıbına uymayan ifadeler kullanırlar.. Hatta daha da ileri gidip "kalıbından utan" diye ahlak dersi verirler karşılıklı! Yani yılışıklığın, kepazeliğin, arsızlığın "mühim" örnekleri sıralanıp durur.. Yurdum insanı da bu "kalıpsız"ları izlemek zorunda kalıp(!) ödül verirler...
Nebil ÖZGENTÜRK
|