Alacakaranlık
İspanya, kanlı bir iç savaşın ardından yıllarca koyu bir faşizm yaşadı. Generalissimo Franco'nun iktidarı, her özgürlük ve demokrasi talebini doğduğu yerde ezen bir sertlikle 1970'lere kadar geldi.
Bu uzun yıllar boyunca İspanyol entelektüelleri çil yavrusu gibi dağıtıldılar. Büyük şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca kurşunlanarak öldürüldü; Pablo Picasso, Luis Bunuel, Rafel Alberti sürgüne gittiler. Demokrasiyi savunan İspanyol siyasetçileri ülke dışında örgütlenmeye çalıştılar.
Franco yılları, kelimenin tam anlamıyla faşizmdi.
Sonra...
Sonra İspanya Franco rejiminden kurtuldu.
Mutlak faşizmin yerini, mutlak demokrasi aldı. Sürgündekiler geri döndü, ülkelerinde şanla şerefle karşılandılar.
Franco yılları döneminde ölmüş olanların adına anıtlar dikildi, kültür merkezlerine adları verildi.
Sosyalistler iktidara geldi.
İnsan hak ve özgürlüklerine saygı duyan İspanya, Avrupa Birliği'nin saygın bir üyesi olarak İber Yarımadası'nda bir yıldız gibi parlamaya başladı.
***
Yabancı orduların işgalini ve kanlı iç savaşı yaşamış olan Yunanistan'da 1960'larda Albaylar rejimi iktidara geldi.
Demokrasi talepleri susturuldu.
Siyasi cinayetler ülkeyi sarsıyor, kaçabilen aydınlar kapağı Avrupa'ya atıyor, kaçamayanlar ise hapsediliyordu.
Mikis Theodorakis'in ve Maria Faranduri'nin sesi yasaktı.
Sonra albaylar cuntası yıkıldı; Yunanistan demokrasi yolunda ilerlemeye başladı.
Sürgündeki sanatçılar ve politikacılar geri döndü.
Darbeci subaylar ömür boyu hapis kararıyla cezaevine kondu.
Yunanistan da mutlak faşizmden, mutlak demokrasiye geçmişti artık.
Ve bugün Avrupa Birliği'nin saygın bir üyesi olarak Ege güneşinin altında pırıl pırıl parlıyor.
***
Bu örnekler çoğaltılabilir ama isterseniz bunun yerine, Türkiye'ye bakalım:
Türkiye hiçbir zaman İspanya ve Yunanistan kadar kanlı iç savaş ve onlar kadar net ifade edilen faşizm dönemleri yaşamadı.
Aynen o ülkelerdeki gibi bizde de aydınlar hapsedildi, öldürüldü, siyaset askıya alındı, demokratlar yurt dışında yaşamaya mecbur bırakıldı ama yarı asker - yarı sivil görünümlü rejim hep biçimsel demokrasiye bağlılık yeminleri etti.
İhtilal dönemleri sona erdiğinde de bu ülke bir kurtuluş sevinci ve demokrasiye geçiş şöleni yaşamadı.
İhtilal liderleri, devirdikleri siyasilerle kol kola girip resim çektirdiler.
Halk bu liderlere bağlılığını bildirdi.
Yarı karanlık rejim hiçbir zaman çökmedi ki Nazım Hikmet'ler, Sabahattin Ali'ler gibi onca şair ve yazar şana şerefe boğulsun ya da halk onlara sahip çıksın.
Türkiye zaman tünelindeki bir ülke gibi hâlâ ihtilal yapan paşasına ve onunla işbirliği yapan siyasetçisine aşık, yazarına çizerine düşman ve onları sakıncalı sayan bir ülke.
Sonsuz bir alacakaranlık kuşağı.
Ne tam gece oluyor, ne de şafak söküyor!
Hep alacakarlık!
Ve bu alacakaranlıkta gerçekten demokrasi mücadelesi vermiş olan kadroların çanına ot tıkanırken, sahte demokratlık nutukları gökyüzünü tutuyor.
İşte 21. yüzyıl Türkiye'sinin hal-i pür melâli bu.
|