Paralel sendromlar
"Ulusal Güvenlik Sendromu" etrafındaki tartışmalar sürüyor. Konu hızla esas soruna, yani AB'ye tam üyelik perspektifine odaklandı. Gelişmeleri çok yararlı buluyoruz. Kendi tavrımızı son yazımızda açıkladık. Tekrar etmek istiyoruz. Türkiye, önümüzdeki aylarda tarihinin en önemli kararını verecektir. Bir tarafta birleşmiş Avrupa'nın içinde yer almak vardır. AB üyeliği beraberinde siyasi istikrarı ve ekonomik refahı getirecektir.
AB üyeliği, Osmanlı-Türk toplumunun son iki yüzyılına damgasını vuran sancılı kimlik arayışının ve siyasi-ekonomik-toplumsal dönüşümünün sona ermesidir. Türkiye'nin olgun bir modern toplum olmak yolunda son adımı atmasıdır.
Öte tarafta, hem bugünkü hem de gelecek nesillere büyük bedeller ödetecek maceralar yatmaktadır. Yüzyılların birikimlerinin heba olması ihtimali yüksektir. Boş yere iki nesli harcadıktan sonra aynı noktaya geri dönülecektir.
Tartışma, AB'ye tam üyelik konusunda safları netleştirmektedir. Bundan sonra lafı dolandırmak çok zorlaşmıştır. AB konusunda takiyye dönemi bitmiştir. Ben taraftarım kisvesi altında muhalefet yürütmek mümkün olmayacaktır.
Okurlarımı bu konuda çok dikkatli olmaya davet ediyorum. Tartışılanlar güncel yaşamınızı etkileyecek somut durumlardır. İlgilenmeniz ve taraf olmanız zorunludur. Sonradan pişmanlık işe yaramaz.
Dolar gene tırmandı
Hafta sonuna doğru TL'ye yeniden bir saldırı geldi. Temmuz ortasında 1.5 milyonun üstünü gören dolar iki haftadır 1.35 milyonun altında seyrediyordu. Cuma günü 1.4 milyona çıktı. Ancak Merkez Bankası müdahalesi ile haftayı 1.4 milyonun biraz altında bitirdi. Ne oluyor?
Bir tefsir, daha önce olduğu gibi dolardaki tırmanışın siyasi belirsizliğe atfedilmesidir. Yani, Başbakan Yardımcısı ile Genelkurmay Başkanı arasındaki gerginliğin doğal sonucu olarak görmektir.
Başkaları tırmanışı ekonomi-içi gelişmelerde görüyorlar. En çok seslendirilen hipotezlerden biri, yabancı bankaları suçluyor. Döviz spekülasyonu yaptıkları, kasıtlı şekilde tırmandırdıkları söyleniyor.
Başkaları kabahati Merkez Bankasında buluyor. Yeterince döviz satmadığı, birkaç bankanın dolarla oynamasını izlediği için eleştiriliyor. Döviz piyasasına aktif şekilde girmesi talep ediliyor.
Bunların hepsinde bir miktar doğruluk payı olabilir. Ama bana doların yükselişini açıklamak için yetersiz geliyor. Ortada gerçekten bir döviz talebi olmasa, ne siyaset, ne yabancı bankalar ne de Merkez Bankasının kura karışmaması kuru böyle tırmandırabilir.
Açıkçası, iş aleminin ve vatandaşın döviz almayı sürdürdüğü kanısındayım. Dolayısı ile, reel ekonomiden döviz talebi geldiği sürece kurun yukarı tırmanışının durdurulabileceğini sanmıyorum.
Güvensizlik fasit dairesi
Üreticisi, tasarrufçusu, patronu, çalışanı, zengini, orta sınıfı ve fakiri, ekonomideki tüm aktörler ciddi bir açmazın içinde debeleniyorlar. Daha önce "su kesintisi-hidrofor" örneği ile anlattığımız çelişkiyi yaşıyorlar.
Sorun aslında basittir. Ekonominin geleceğine güvenmiyoruz. Enflasyonun patlamasından, iç borcun çevrilmesinde sorun çıkmasından, siyasi kriz oluşmasından korkuyoruz.
Nakit varlıklarımızı korumak için dövize geçiyoruz. Döviz talebinin artması kuru ve faizi yükseltiyor. Bu da iç talebi daraltıyor. Ekonominin büyümesini engelliyor. Kriz daha da derinleşiyor. Daha da korkup daha da fazla döviz alıyoruz.
Türkiye bu fasit daireden çıkabilecek mi? Döviz sendromunu aşabilecek mi? Bilmiyorum. Ama "güvenlik sendromu" ile paralellik hemen gözüme çarpıyor.
İrticadan, bölünmeden korktuğumuz için AB üyeliğini ve getireceği demokratikleşmeyi göze alamıyoruz. AB'ye giremediğimiz ve demokratikleşemediğimiz sürece siyasi yapımız istikrara kavuşmayacak.
Sizce bu fasit daireleri bir yerden kırma zamanı gelmedi mi?
|