ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın, "Ulusal güvenlik sendromu"nu gündeme getirmesine, Genelkurmay'ın verdiği sert yanıtla; ANAP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu'nun "askeri yanıt"a karşı yaptığı açıklama; Türkiye'nin, "Avrupa Birliği üyeliği"ne karşı gerçek tavrını -görünmeyen boyutlarıyla birlikte- biraz daha saydamlaştırdı.
Dünkü gazetelerden bazılarının manşetleriyle, yazılarına şöyle bir göz atmak; yetiyor da artıyor bile, Ankara egmenlerinin içlerinden geçenleri anlamaya..
İşte dünkü Radikal'in manşeti: "Yılmaz'ın başlattığı tartışma aslında AB üyeliğiyle ilgili -Kavga AB için- Türkiye'nin AB'ye üye olabilmesi için gerekli düzenlemelerin askerlere takılmasından birçok kurum ve siyasi rahatsızlık duyuyor. Yılmaz'ın yaptığı, bunu dile getirmek oldu."
İsmet Berkan da, yine dünkü Radikal'de yazısına şu başlığı koymuştu:
"AB kavgası ve askerin muhalefeleti"
Gelelim dünkü Milliyet'e... İşte gazetenin manşeti: "Demokrasi tırmanıyor! Genelkurmay, ilk kez beklemediği tepkiyle karşılaştı. ANAP, 'Muhatap değilsiniz' diye yanıt verdi..."
Aynı gazetede Can Dündar'ın yazısı da şöyle başlıyordu:
"Askerlerce 'gayrimeşru' sayılan ANAP kongresinde Mesut Yılmaz, 'önümüzde iki yol var' demişti:
'Ya çağdaş dünyayla yürüyeceğiz, ya Saddam'ın yolundan gideceğiz'
Cevap çabuk geldi:
'B' şıkkı..."
Can Dündar, yazısına da şu başlığı koymuştu:
"Cevap veriyoruz:
'Saddam'ın yolu!'..."
Yine dünkü Milliyet'de Hasan Cemal, "Genelkurmay siyasi parti gibi davrandı" başlığını kullanmıştı yazısında... Taha Akyol ise, "Asker ölçülü olmalıydı" başlığını...
A. Savaş Akat da Sabah'daki dünkü yazısında şöyle diyordu: "Türkiye'nin karmaşık iç ve dış dinamiklerinin kesiştiği yer Avrupa Birliği'ne tam üyeliktir. Vatandaşlarımızın gelecekte nasıl bir Türkiye'de yaşayacakları bu kararla belirlenecektir.
Türkiye için AB'ye tam üyelik demokrasidir. Güçlü ve istikrarlı bir paradır. Kişi başına daha yüksek gelirdir. Daha düzgün bir gelir dağılımıdır. Daha fazla iş ve aştır. Daha iyi eğitimdir. Daha kaliteli bir yaşamdır..."
Türkiye, Hazine'den geçinenlerden üst kesimin saltanatına göre biçimlenmiş "oligarşik" bir yapılanmadan; bir türlü halk kitlelerine servis veren "teknik bir devlet" yapılanmasına geçemedi...
AB üyeliğinin koşullarını benimseyip hayata geçirmek ise, oligarşik saltanatla ters düşüyor...
Sorunun püf noktası burası...
Direnmeler sürebildiği kadar süreceğe benzer... Bunun nelere mal olabileceğini ise TÜSİAD'dan ve bir kaç üst düzey ekonomistle hukukçudan başka pek gören yok gibi...
Oysa "evrensel değişime" direnenler de, ekonomik açıdan büyük sıkıntılara düşeceklerdir. Emekli olduktan sonra holdinglerde bir yönetim kurulu üyeliği dahi bulamayackalardır...
Sinsi talan ve iri yalanlarla süregelen çöküntü, olmadık bela volkanlarına dönüşecektir...
Bilemeyiz bütün bu cehennemlerden geçmeye ne gerek vardır?
Aslında, 20. Yüzyıl'ı da rezalet bir fiyaskoyla ıskalayıp, "yaşam kalitesi" açısından, Yunanistan'ın bile 65 basamak altına düşmeye gerek mi vardı?
Şayet dandikolojik bir ekonomiyle, angutolojik bir oligarşiye karşı çıkan ozan, yazar ve düşünce kadroları imha edilmeseydi; Türkiye de bugün göz kamaştıran ülkelerden biri olacaktı...
Yine de enseyi karartmayın. Evrensel değişim, -ne kadar direnirse dirensin- 21. Yüzyıl'ı da ıskalatmayacaktır Türkiye'ye... Telif hakkı bilinci, hiç mi hiç gelişmemiş olsa da...