Tek çare: Siyasetin düzeyini yükseltmek
Sanayici arkadaşımla konuşuyorum.Diyor ki: "Kim durumum iyi derse yalan söyler. Hepimizin borcu arttı, varlığı azaldı. Ay başında binlerce kişiye nereden para bulup da maaş vereceğiz bilemiyorum."
Doktor arkadaşımla konuşuyorum.
Diyor ki: "Sağlık çöktü. Devlet hastanelerinde bile yataklar boş."
Yüksek bir yargıçla konuşuyorum.
Diyor ki: "Göreceksiniz; kısa bir süre içinde adalet karaya oturacak, işlemez olacak. Kimse mahkemelerde hak arayamayacak. Yargı felç olmak üzere."
Bankacı ile konuşuyorum:
Diyor ki: "Bütün bankaların ayakları yerden kesildi. Nereye doğru gittiğimizi göremiyoruz. Bankalar sıfırı tüketmiş durumda."
Gazete yöneticisi ile konuşuyorum.
Diyor ki: "Şu anda bütün gazete ve televizyonlar zararda! Bu işin sonu nereye varır bilemiyorum."
Bunları laf olsun diye yazmıyorum.
***
Türkiye'nin bütün kurumları, bileşik kaplar gibi... Hepsi birden çöküyor.
Bunun temel sebebi, Osmanlı'nın yüzyıllarca süren çöküş devrinden devraldığımız ahlaki ve toplumsal mirastır.
Rüşvet, adam kayırma, kişisel çıkar, hırs, nefret ve kıskançlık yüzyıllar boyunca iliklerimize, kemiklerimize işlemiş.
Bu toplumdan çıkan siyasi sonuç da böyle olur işte.
Bugünlerde Atatürk'ün yapmaya çalıştığı muazzam devrimin önemi daha iyi anlaşılıyor.
O, üç yüz yıllık çürümenin en yakın tanığıydı ve kurtçukların içten içe kemirdiği kof, asırlık ağacı yaşatacak yerde, Ankara'da taptaze, pırıl pırıl bir fidan dikmeyi amaçladı.
Cumhuriyetin ilk kuşaklarının inançlı, temiz, aydınlık kadrolara dönüşmesi de bu sayede mümkün olabildi.
1950 karşı devriminden sonra tekrar Cumhuriyet öncesi hastalıklarla boğuşmaya başladık.
***
Peki bir ülkenin siyaseti, ekonomisi, sanayii, eğitimi, adaleti, sağlığı, kültürü, medyası, bankacılık sektörü çöküyorsa, çare nedir?
Bu işler nasıl çözülür?
İlk akla gelen; askerlerin ya da atanmış teknokratların gelip işleri düzeltmesi değil mi?
Kestirme çözüm bu.
Ama Türkiye tarihi gösteriyor ki, temelinde "üç beş adam sallandırma" mantığının yattığı bu ittihatçı kestirme çözümler, ülkeye yarar getirmedi.
Tam tersine siyaseti parçalayarak, işleri iyice karıştırdı.
***
O zaman geriye bir tek çözüm kalıyor:
Atatürk'ün 1920'lerin ihtilaller döneminde yaptığı işi, 21. yüzyıl koşullarında demokratik yoldan başarabilmek.
Yani siyasetin niteliğini yükseltmek!
Deyim yerindeyse seçmeni ve siyasi kadroları "upgrade" etmek!
Bunun uzun ve zahmetli bir yol olduğunu biliyorum ama başka çare de yok!
***
Bu konuda en büyük görev medyaya düşmeli.
Çünkü medyanın, nitelikli insanların siyasetten kaçmasında da büyük günahı var, seçmen kitlelerinin lumpenleştirilmesinde de.
|