|
|
|
"Kadınlar hikâye dinlemeyi sever"
Ahmet Altan'la bir konuştum, laf saç seyrelmesinden edebiyatın gücüne geldi, çok eşlilikten benim aldatılmama kadar vardı. Korktum. Koşarak kaçtım
Ahmet Altan'la bir röportaj yaptım. Esquire dergisinin iki üç gün önce piyasaya çıkan sayısında yayımlandı. Mümkün mertebe "kadınlar" hakkında konuşmamaya çalıştım. Hatta "erkekler ve erkeksi takıntıları" ile ilgili "cevapları gece tarifesi" birkaç soru sordum.
Mesela ilk olarak saçları seyrelmeye başladığında "eyvah cazibemi kaybedeceğim" dedi mi?
Altan, fiziksel bir çekiciliği olmadığını söylüyor ve lafını şöyle sürdürüyordu: "Benim gibi çok yakışıklı olmayan adamların gençliklerinde elde edebilecekleri önemli avantajlardan birisi edebiyattır. Çünkü edebiyat, kadınlarla ilişki kurmayı çok kolaylaştırır. Birincisi; onlar hakkında çok şey öğrenirsin, ikincisi; onlara anlatacak birçok hikâyen olur. Kadınlar hikâye dinlemeyi sever. Onun için ben, görüntüsüne güvenemeden büyümüş ve edebiyata sığınmış birisiyim."
EDEBİYATIN SİHRİ
Gerçekten de Ahmet Altan'ın edebiyata sırtını yaslaması, çok doğru bir tespitin sonucu. Kadınlar hikâye dinlemeyi severken, kendi hikâyelerini anlatmaya da bayılırlar. Karşılıklı iki tarafın da birbirini yormadan, zapturapt altına almadan, cümlelerin bir tenis maçı düzeniyle örüldüğü konuşmaları tercih ederler.
Konuşmak isteyen erkek çok ama ya dinlemek isteyen erkek? İşte onların sayısı parmakla sayılacak kadar az. Ve belki de bir erkeğin en büyük hatası bu; dinlememek. Karşı tarafa, kendi için talep ettiği sabrın aynısını gösterememek.
Edebiyat, bu konuda oldukça sihirli. Okumak, karşına geçip sana kimi zaman nasihatler veren, kimi zaman öyküler anlatan bir konuşmacıyı dinlemek gibi. Hem de saatlerce, belki de günlerce. Yazmak ise, sabırlı ve meraklı bir dinleyici bulmak ve ona uzun uzadıya içini dökmek... Bir kadınla erkeğin özlediği dinginlikte bir ilişki prototipi.
HİN ALTAN
Lafı erkeğin çok eşliliğine getirdim. Kurnazlık yapıp yönlendirmeye çalıştım. "Sevgilisini aldatmayan erkek, yaradılışına aykırı davranarak bu kez kendini aldatmış sayılmaz mı?" gibi bir soru sordum. "Artık kadınların sevişmekten korktuğu dönem bitti" dedi ve ekledi: "Sevişmekten korkarlardı çünkü hamilelik diye bir sorun vardı. Ama bugün erkeklerle eşitler. Sen ilişkiye girerken nasıl tehlike taşımıyorsan, kadınlar da taşımıyor. Korkuları yok. Kendin için bir kural koyacak ve 'ben çok eşliyim' diyeceksen, o zaman şunu da kabul edeceksin: O da çok eşli."
Bir Türk erkeğinin kabul etmesi ne kadar da zor bir cümle. Hele pratiğe dökersen...
Erkek çocuğunun oyuncağı can alan bir silahken, kız çocuğunun oyuncağı yeni doğan bebek oldu hep. Bütün veriler ufak bir çocukken beynimize şırıngalanmadı mı? Erkek güçlüdür, şövalyedir, atına biner gider, vurup kıran odur, dönüp isterse tamir eden de... Ava çıkıp kan dökerek kadınını besleyen de erkektir. Erkek aldattı mı kimse "namusum gitti" demez. Kadın bakire değilse bu çağda bile okuldan atılmasını gerektirir. Erkek aldatınca hovarda, kadın aldatınca orta malı olur. İlk çağlardan beri bu böyle öğretildi...
Bu verileri matematik bir denkleme oturtursak cevap olarak "en iyisi çifte standarttır" lafı çıkar. Alçakça Ama Altan bu konuya da hin bir gülümsemeyle cevap verdi. Çifte standardın standartların en iyisi olmadığını söyledi ve can sıkıcı şu lafı etti: "Şunu unutma: Çifte standardı da sana da uygulayabilirler."
ozgur.yici@mynet.com
Özgür YİCİ
|
|
|
|