Prof. Dr. Kemal Karpat, Osmanlı ve yakın dönem Cumhuriyet tarihinde ünü dünyayı saran bir bilim adamı.
Wisconsin Üniversitesi tarafından Osmanlı Tarihi Bölümü'nün kurucusu olmaya çağrılan Karpat'ın son 30 yılda bir okul haline getirdiği dinamik bir tarih anlayışı var. O tarihi, geçmişe ait bir ölü olaylar dizisi değil, bugünkü hayatla ilgili yaşayan bir insan tecrübesi olarak görüyor. Kendisiyle Türkiye'ye son gelişinde, Türkiye'nin geldiği son durumu konuştuk.
* New York Üniversitesi'nde doktoranızı tamamladıktan sonra, Montana Üniversitesi'nde görev aldınız. İdealist düşüncelerle Türkiye'ye dönüp ODTÜ Kamu Yönetimi'ni kurdunuz. Türkiye Demokrasisi adlı kitabınız Türkçe'ye tercüme edilince ODTÜ kontratınızı yenilemedi. Çünkü bir sistem eleştirisiydi o kitap. Sonra da sizi Wisconsin Üniversitesi'nde görmeye başladık. Neden Wisconsin?
Allah'ın iyi kullarını koruduğunu o zaman anladım. 33 yaşlarındaydım. İlgim gittikçe Türkiye üzerine toplanıyordu. İçimden dua ediyor, kendimi tamamen Türkiye- Osmanlı ve Ortadoğu etütlerine versem diyordum. Ve bir gün postadan bir mektup çıktı: Wisconsin Üniversitesi Tarih departmanı. "Sizin Osmanlı Türkçe bölümü kurmanızı istiyoruz."
NY Üniversitesi daimi pozisyon verdi, maaşımı yükseltti. Buna rağmen Wisconsin'e gittim. 30 yıldır oradayım.
* Bugünkü Türkiye'yi nasıl görüyorsunuz?
Türkiye, yarı-modernleşmeden, gerçek manada modern bir devlet olma safhasına geçiş dönemi yaşıyor. Bu kriz aslında büyük bir fırsat. Çünkü Türkiye'nin zaaflarını bütünüyle ortaya döktü: Hâlâ Ortaçağ zihniyetiyle hüküm süren bir bürokrasi, tebayı kendine kul sayan bir devlet, hiçbirinin gerçek manada bir değişim meydana getirecek kabiliyette olmadığı anlaşılan siyasal partiler, vizyonsuz liderler.
* Yeni oluşumlarda bir umut görüyor musunuz?
Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin siyasi hayatında rol oynayabilecek bir insan. Bizde üst tabakaya geçince halkla olan rabıtalar kesilir. Erdoğan hâlâ halk ruhunu muhafaza ediyor. Fakat bu demek değil ki Tayyip Bey lider olacak, Türkiye'yi kurtaracak! Hâlâ eksiklikleri var. Mesela, dış dünyayı tanıyamamak ve Türkiye meselelerini ileriye dönük bir vizyon içerisinde görememek gibi.
* Ya Derviş?
Derviş'in modern bir devlet anlayışı var. Meseleleri çözmede hislere kapılmadan karar verme kabiliyeti var. Derviş'in Dünya Bankası'ndaki, Çekoslavakya ve ona taban tabana zıt olan Arnavutluk'taki başarıları, kendini bu gibi durumlara çok iyi adapte ettiğini de gösteriyor.
* Onunla ilgili bir çekinceniz yok mu?
En büyük korkum, Derviş'in Türkiye'nin ana meselesi olan halkla rabıtasının olmaması. Halkın ruhuna tercüman olabilmesi ve laiklik meselesinde doğru hareket edebilmesi lazım. Derviş'in çok fazla "laikçi" olmasından endişe ediyorum. Henüz bu konuda bir şey söylemedi. Kasten mi bir şey söylemiyor, bilmiyor da mı söylemiyor göreceğiz.
* Kendisi derin devlet sistematiği içinde bir transformasyon geçirir mi?
Tahmin ve ümit ettiğim Kemal Derviş gibi hareket ederse derin devletin hakkından gelebilir. TBMM isterse gerçek manada memleketin mukadderatına hakim olabilir. Zaten sorun, TBMM'nin vazifesini yapmamasından kaynaklanıyor. Hakkında söylenmeyen şey kalmadı ve bu milliyetçilik adına yapıldı. Bu milliyetçilik değildir, düpedüz yabancı düşmanlığı ve rasyonel çalışmaya olan tepkimizdir.
* İslamın Siyasileşmesi adlı son kitabınız, Türkçe'ye çevrilecek...
Osmanlı Devleti'nin son 50 yılını ele alarak bugünkü Türkiye'yi anlatan kitabın ana tezi şu: Yedi milyon insanın Anadolu'ya göç etmesi sonucunda Osmanlı kimliği Türk kimliği şeklini aldı.
* Resmi tarih, Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti'ni keskin bir biçimde ayırır. Söylediğiniz gibi birbirinin devamı olarak ele alınsa Türkiye'de kimbilir neler değişir?
70-80 yıl boyunca "Bunlar birbirine zıt rejimler" derseniz ve bunu bir ideoloji olarak öğretirseniz herkese, bu bir inanç şekline girer. Biz bundan çok şey kaybettik. Adeta havada duran, hafızası olmayan bir toplum haline geldik. Bu yokluğu giderecek bir sürü aşırı çareler ileri sürülüyor ki kökten dinciliğin de kaynaklandığı kuvvet bu.
Ben Osmanlı aşığı değilim. Toplumun dengeli bir hayat yaşayabilmesi için mutlaka köklerini tarihte bulması lazım ki nereye gideceğini tayin etsin.
Resmi tarih anlayışıyla yazılan kitaplar yeniden yazılırsa çok şey değişir. Birdenbire gökten iner gibi bir devlet yaratılmadığını, kültürün çok derin kökleri olduğunu anlayan insanlar, bu güvenle, birbirlerine sarılırlar.
* Devleti böyle bir tanımlama ihtiyacı içinde görüyor musunuz?
Göremiyorum fakat görmek istiyorum. Devletin yapacağı iş, İslam dininin bu toplumun çoğunluğunun dini olduğuna hürmet ettiğini söylemesidir. Devlet bunu yaparsa halka emniyet hissi gelir. Devletin böyle bir teşebbüsü olmadığı için bazı insanlar "Bu devlet İslama karşı" gibi vehimlere de kapılabiliyorlar.
* Bu da siyasal islamın ekmeğine yağ sürüyor...
Tabii politikacılar bu korkuyu istismar ederek "Ben dininizi koruyacak bir hükümeti başınıza getireceğim" diyebilir. Ama öyle bir partinin dahi yüzde 14-15'ten fazla oy toplayamayacağı görüldü. Önümüzdeki 10 yıl içinde bu meselelerin halledildiğine inanmak istiyorum. Krizden doğacak yeni liderler bunu yapabilir. Erdoğan ve arkadaşları orduyla tartışmaya girmeyen, modern anlamda bir muhafazakar parti olabilir. Derviş'in de kendi partisi olabilir.
* Yani iki kutuplu siyasal eksen var kafanızda.
Evet, Demokrat Parti-Halk Partisi'ne dönüş şeklinde olacak. Fakat yeni fikirlerle, yeni elbiselerle, yeni vizyonlarla. Siyasi oyuncular kim olursa olsun, yapılması gereken tek şey, çalışmayı bir din haline getirmek. Biz çalışmayı ilkokuldan son anımıza kadar bir din olarak çocuklarımıza öğretmezsek bir yere varamayız.
nuriyeakman@hotmail.com
Nuriye AKMAN