|
|
|
Yarışmaların suyu çıktı
İçinde yaşadığımız ekonomik krizde halkın büyük ilgi gösterdiği yarışma programları sefaleti mi körüklüyor?
Eskinin 'Atları da Vururlar' filmi gözümüzde canlanırken, uzmanlara sorduk... 1929 ekonomik buhranı Avrupa ve Amerika'yı kasıp kavururken, artan işsizlik, yoksulluk ve sefalet insanları yarışmalara yönlendirmişti. Amaç bir şekilde kazanmak ve ayakta kalabilmekti. En çok ve en çabuk kim bulaşık yıkayacaktan, en hızlı yemek yapmaya kadar insanları komik durumlara düşüren birbirinden ilginç yarışmaların sayısı hızla artıyordu. Yarışmalar ilerledikçe yarışmacılar da sefil görünüyordu. Ama en büyük alkışı ve ilgiyi de bu topluyordu...
1929 buhranında yaşanan bu durum bir filme konu olmuştu: Atları da Vururlar. Film, bir dans yarışmasında yaşananları anlatıyordu. Yarışmacılar günlerce uykusuz dans ediyorlardı; amaç en uzun süre, yere düşmeden dans edebilmekti. Günler ilerledikçe sefillik ve alkış artıyordu. Hatta filmin bir bölümünde yarışmayı düzenleyen adam şöyle diyordu: "İnsanlar bu sefaleti alkışlamak için buraya geliyor." Bu nedenle yarışmacı kadınlardan birinin gece elbisesini yırtıyordu; yarışmacılar güzel değil sefil görünmeliydi. Karnı burnunda, günlerce dans etmiş hamile bir kadını koşturdukları sırada, tüm salon kendinden geçiyordu...
Filmin sonunda Jane Fonda arkadaşından kendisini vurmasını ister. 'Neden?' sorusuna cevabı ise basittir: "Atları da vururlar."
ŞANS KAPIYI ÇALIYOR MU?
Türkiye'de de bir kriz var ve yarışmalar da hızla artıyor. Evet, bunların birçoğu yurtdışı patentli ama kriz sonrasında büyük ilgi görmeye başladılar. Bir de '29 buhranında yarışmalara katılanların hemen hepsi işsizdi. Bizde ise pek öyle değil. Ama paranın son derece 'gelip geçici' olduğu bu günlerde bunun yerini şöhretin aldığını da hatırlatmakta fayda var. Bizdeki yarışmalar insanları fiziken de zorlamıyor. Ama benzerlikleri var, özelikle "Dokun Bana" adlı yarışma programı, tam dans yarışmasına benzer türden: Kim daha uzun ayakta kalacak! "Şans Kapıyı Çalınca", "102 Milyon" da öyle... Aileler dua ediyor, ıstırap çekiyor, baba yarışmayı kaybedince kahroluyorlar. Amacımız bu yarışmaları kötülemek değil; neden bu tür yarışmaların izlendiğini ve ilgi gördüğünü anlayabilmek. İnsanların Mehmet Ali Erbil'e yalvarmasının rating'leri yükseltmesinin sebebini görebilmek. Konuyu uzmanlara sorduk...
KRİZ YARIŞMALARI BUNLAR...
Ben daha iyi durumdayım demek için:
Mehmet Ali Kılıçbay (İktisat Tarihçisi)
Kriz sonrasında yarışmaların seyri ve sayısı değişti. Bazılarında insanlar insanları yalvartıyorlar. "Şans Kapıyı Çalınca"da baba yarışırken tüm aile de yanında onu izliyor ve izlerken de dualar okuyup, ağlamaklı hale geliyorlar. Burada amaç insanları sefil göstermek. Metalik bir ses de sürekli "bir dakika kaldı, iki dakika kaldı" diyerek sinirleri daha da bozuyor. Bununla amaçlanan izleyiciye bir dram, hatta trajedi sunmak. Bu tür yarışmalar buhran dönemlerinde artıyor çünkü burada alkışlanan sefalet. Bir çeşit psikomotor görevi görüyorlar. Yani izleyici, "O benden kötü durumda" diyor. Aslında bu, "Hayır, ben daha o kadar düşmedim" demektir. İzlerken yarışmacılara acımıyor, onlara kızıyoruz.
POLONYALILAR DA ZENCİ SEVMEZ
ABD'de yapılan bir araştırmaya göre zencilerden en çok nefret edenler Polonyalılar çıkmıştı. Çünkü onlar beyazların altında geliyordu. Beyazlara yönelik ezilmişliklerini onlar da zencilere duydukları nefretle dışavuruyorlardı. Yarışmacılara duyulan kızgınlığın da temelinde aynı mantık var. Benzer bakış açısını, sirk gösterilerinde, gladyatörlerde, boksta bile görebiliriz. Gelir durumumuz düştükçe yarışmacıların sürünme derecesi daha da artacaktır. Çünkü "Ben daha iyi durumdayım" dememiz lazım, yarışmaları izlememiz için.
Popüler kültür ve kapitalizm:
Ali Akay (Sosyolog, Mimar Sinan Üniversitesi)
Bireysel ideoloji küreselleşmenin ideolojik boyutunu oluşturuyor. Birey hakları, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru, ticari davalarda avukatların bireysel hakları ve kazançları, işin siyasi ve hukuksal boyutu. TV yarışmaları ise işin sosyolojik yanını ortaya çıkarıyor. Burada özellikle kriz dönemlerinde, kapitalizmin "kendini kurtaran" mantığını çok net gözlemleyebiliyoruz. Yeni bir oluşumda, para kazanma ve meşhur olup, kazanç sağlama yolları Pop Art'ın önemli isimlerinden Andy Warhol'un "herkesin 15 dakikalığına meşhur olma" imkanına bağlanmakta. Böylece popüler kültür de kapitalizmin en sağlam ayağını oluşturmakta.
Kriz anlarında insanların "gemisini kurtaran kaptan" olması ideolojinin ne kadar başarılı bir şekilde "içselleştirildiğini" gösteriyor. Yarışmacılar meşhur olmanın ve para kazanmanın bu yolla sağlandığını gördüklerinde sistemin en sağlam parçası olabilmenin ötesinde, buna model teşkil ediyorlar. Benzer durum 1929 buhranında da görüldü. Yoksulluk ve işsizlik karşısında insanlar yarışmalara yöneldiler. Çünkü önce "gemiyi kurtarmak" gerekti.
Gösterip de vermeme durumu:
Gündüz Vassaf (Yazar, psikolog)
İngilizce'de "tease" diye bir sözcük vardır: "Kız oğlanla yemeğe çıkar. Çocuğun tek derdi kızla sevişmektir. Kız sürekli kırıtır ama yanağına bir öpücük kondurup "Görüşmek üzere" der." Bu oyun cinsel aldatma üzerine kuruludur, amaç hırsı kabartmaktır. Yarışmalarda böylesi bir aldatma mekanizması var. Buhran dönemlerinde artan işsizlik ve yolsuzluk insanlara unutturulacağı yerde daha ortaya serilir. Burada da amaç hırsı kabartmaktır ve yarışmalar bunu en iyi şekilde yapar. Ortada bir mükafat vardır ve ihtiyaç çoktur, bu durumda da ihtiyaçlar körüklendikçe körüklenir. Yarışmalarda insanları acınacak hale düşürmek, yalvartmak, haykırmak bu yüzden ilgi görür. Tüm toplumun birden ihtiyaçları yani hırsı kabarır.
Krizle yarışma arasında ilişki yok: Okan Tanşu (Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı)
Kriz ve yarışmalar arasında bir ilişki olduğuna katılmıyorum. Çünkü fiziki dayanıklılığa ya da yeteneğe dayalı bu tür yarışmalar 7-8 yıldır dünyada yapılmakta. Yarışmalar konusunda bir çalışma yapmıştım ve burada gördüm ki, tüm mesele izleyicinin kendisini yarışmacı ile özdeşleştirmesi. "Kim 500 milyar ister?"de mesela, izleyenin "Ben olsam Kenan Bey'e şimdi şu espriyi yapardım" demesi gibi. Sonra bunu BBG'de çok iyi gördük. Herkes bu çocukları konuştu, tartıştı ve kendilerini onların yerine koydular. Bu çok tuttu çünkü çok akıllıca hazırlanmıştı, toplumun tüm katmanlarından insan vardı: Babacan biri, halk çocuğu, trendy, yakışıklı bir tip... Kızlar da öyleydi... Böylece herkes kendini o kişilerle özdeşleştirebildi.
"Dokun Bana"da da aynı şey var. Çünkü izleyen için orada arabaya dokunmanın yoruculuğundan ziyade, 'ne kadar kolay bir şey yapıyor' düşüncesi beliriyor. Hiçbir yetenek gerektirmiyor. Sonunda da arabayı alıyor. Bir çeşit kolay çıkan Milli Piyango gibi. Böyle ödüllü yarışmaların kriz dönemlerinde ilgi görmesi çok doğal, ama bunlara her zaman ilgi var. Kriz dönemleri kişilerin yarışmacılarla kendini özdeşleştirme içgüdüsünü daha rahat harekete geçiriyor.
ŞİMDİLİK ZAYİAT YOK
Dokun Bana'da geçen hafta yapılan yarışma 77 saat 59 dakika sürdü. Yarışma bir bayılma, bir halüsinasyon vakası, bir doktor kararıyla men edilmeye sebep olurken; bir kişide de şuurunu kaybetme görüldü. Yarışmacılardan Gülşah Küçük (23), şuur kaybı yaşadığını, İrfan Kangı (25) ise yanaklarının kasıldığını söyledi.
buket_asci@hotmail.com
Buket Aşçı
|
|
|
|