Türkiye'de politikacıların hakkı çok yenir. Havalar aşırı sıcak gittiği zaman da onlar suçlanır; aşırı soğuk gittiği zaman da..
Eve geç gelen kocalardan da onlar sorumludur; iki baş parmağını bikinisinin iki yanına sokup, indirivecekmiş gibi fotoğraf çektirdikleri halde, bir türlü indirmeyen fotomodellerden de...
İyi demlenmemiş çaylardan da onlar sorumludur; içerde unutulmuş, dış kapı anahtarlarından da...
Politikacıların işlev, görev ve tavırlarını belirleyip açıklayan bir takım ünlü tanımlamalar var.
Asıl sorun, bizim politikacıların bu tanımlara ne kadar uyup, ne kadar uymadıklarında...
Örneğin deniyor ki politika; insanlara "salt onların çıkarlarını düşünüyormuş" gibi bir izlenim vererek; topunu da, kendi çıkarı için kullanabilme sanatıdır.
Bizim politikacılar bu tanımlamaya uymuyorlar mı yani?
Yine deniyor ki politika; zenginlerin parasıyla, yoksulların oylarını, her iki tarafı da birbirine karşı koruma vaadiyle elde edebilme sanatıdır.
Peki, bizim politikacılar uymuyorlar mı bu tanımlamaya da?
Pekala uyuyorlar. Haklarını yememek gerek...
Ve yine deniyor ki politika; hem insanlara ait sorunlara, insanların karışmaya kalkmasını engelleme sanatıdır; hem de önce vaadedip, asla vaadini tutmadan, yine de başarılı olabilme sanatıdır.
Söyleyebilir misiniz ki, bizim politikacılar, bu tanımlamaya da hiç uymuyarlar...
Yüzde yüz uyuyorlar...
Politikanın evrensel ilkeleriyle tanımlamalara asla ters düşmeyen ulusal politikacılarımızı yıpratmayalım lütfen...
Düşünün ki, onlar da politikayla uğraşmasalardı; geçinemeyenlerin sayısı çok daha artacaktı ülkemizde...
Keşke yoksulların tümü de, devleti yönetme olanağı bulabilseydi de; bir parça refah yüzü görseydi...
Eski bir fıkra yine dolaşmaya başladı ağızlarda... Bir avcı; omzunda şahini, yanında tazısıyla avlanmaya giderken, bir ormanın kıyısında bir evliya mezarına rastlamış.
Ellerini açıp dua etmiş:
- Ey ulu kişi, şu şahinime bir bıldırcın, şu tazıma da bir tavşan ihsan eyle..
Ve omuzunda şahini, yanında tazısıyla dalmış ormana...
Bir süre sonra bir bıldırcın havalanmış, şahin de peşinden...
Şahin tam bıldırcını yakalayacağı sırada, ucu sivri kuru bir ağaç dalına göğsünden çakılıp kalmış..
Az sonra bir tavşan fırlamış; tazı da ok gibi başlamış peşinden koşmaya... O da, tam tavşanı yakalayacağı sırada, kör olası bir çıngıraklı yılan, sokuvermiş tazıyı... Hayvancık debelenerek ölüp kalmış olduğu yerde...
Avcı, elini kolunu sallaya sallaya geri dönmüş.
Tam evliyanının mezarı önüne geldiği zaman, şöyle bir bakmış mezara:
- Evliya olmasına evliyasın ama, demiş, lafı götünden anlıyorsun...
Şimdi bazıları, Ankara'daki ekonomi bürokratlarının Türkiye'ye gelen IMF I. Başkan Yardımcısı Stanley Fischer için böyle düşündüklerini iddia ediyorlar...
Bazıları ise, Fischer'in, Türkiye'deki ekonomi bürokratları için böyle düşündüğünü...
Hangisi daha doğru, tam bilemiyoruz.
Eski Yunan felsefecilerinin sevimli bir tekerlemesinden esintili olarak, taze bir fıkra...
Bir Türk politikacısı demiş ki:
- Bütün Türk politikacıları yalan söylerler.
Türk politikacısı doğru söylemiş...
Türk politikacısı doğru söylediğine göre, demek ki "Bütün Türk politikacıları yalan söylemiyormuş"...
Öyleyse?..
Öyleyse Türk politikacısı "bütün Türk politikacıları yalan söyler" derken, doğruyu söylememiş; yani yalan söylemiş...
Kendisi de yalan söylediğine göre, demek "Tüm Türk politikacıları yalan söyler" derken, doğru söylemiş...
Doğru söylediğine göre, demek "tüm Türk politikacıları yalan söylemiyormuş"...
Öyleyse?..
Demek o da yalan söylemiş...
Vatandaşlara düşüyor konuya açıklık getirmek... Çünkü ülke sorunlarının çözümü, buna bağlı görünüyor; anlaşıldığı kadarıyla...