kapat
27.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

Kudadgu Bilig

Her kriz, ister ekonomik olsun ister siyasal ister toplumsal, temelde bir "mutabakat" meselesine dayanır.. Mutabakatların örselenmesine, delinmesine, işlev kaybetmesine işaret eder. Ve bu açıdan hemen her kriz aynı zamanda "adalet sorunu" etrafında ortaya çıkar, bir "adalet bunalımı"na gönderme yapar.

Zira adalet, toplumsal yaşamın da, siyasi yaşamın da merkezinde yer alır...

Farklı çıkarları ve grupları birarada yaşatmayı, toplumsal yaşama kaçınılmaz kurallar koyup uygulamayı ve kollektif çıkarları temsili ifade eden "devlet fikrini"nin, yüzlerce yıldır "adalet fikri"yle özdeş kabul edilmesi boşuna değildir.

Türk siyasal ve toplumsal sistemi de yıllardır ağır bir "adalet bunalımı" yaşıyor.

İyice köhnemiş, daha doğrusu iyice yozlaşmış devletçi uygulamalar; dünkü yazımda belirttiğim gibi hem devletçiliğin bu topraklarda oynadığı toplumsal işlevi, yani ekomide ve siyasette alttan üste insan taşıma görevini tıkamış bulunuyor.. Hem de devletçilik anlayışının toplumsal ve sınıfsal yapıyı olduğu gibi koruma çabası, global bir düzende, devletten topluma uzanan, kültürel, siyasi, ekonomik bir adaletsizlikler silsilesi yaratıyor. Ve bunun faturası, tepkisel seçmen davranışlarıyla, aşırı cemaatçi siyasi hareketlerle, ekonomik tahribatla gitgide kabarıyor.

Son günlerde her siyasi hareket, her toplumsal çıkış, her birey "devletçiliğe karşıtlığı" diline pelesenk etse de, özellikle yaşanan ekonomik krizden çıkış önerileriyle, "üretmeden kazanmak", "yorulmadan değişmek", "eski günlere kestirme yoldan geri dönmek" talepleriyle bir kez daha görüyoruz ki, devletçilik çeşitli şekillerle, çeşitli dozlarla bu ülke insanının üzerinde "konsensüs" sağladığı en önemli siyasi verilerden birisi...

Yine dün, yaşadığımız krizin temelde "devletçi dolaşım mekanizması"nın hem içeriden hem dışarıdan tıkandığını belirtmiştim. Bu mekanizmanın başarı ve statü kriteri olarak "değer"in yerine "önem"i, "ilke"nin yerine "fayda"yı öne çıkaran bir siyasi kültürden beslendiği dikkate alınırsa, demokrasi yerine teknokrat hükümete işaret eden arayışların anlamı daha iyi ortaya çıkar. Bu, yaşanan krizin aynı zamanda fayda ve zihniyet bunalımı olduğunu da gösterir...

Tüm bunların işaret ettiği gerçek sadece "adalet mekanizması"nın değil, aynı zamanda "adalet fikri"nin yaşadığı tahribatı da ortaya koyar.

İşte örneklerden bir örnek, belki de en vahim örnek:

Ahmet Altan, Aktüel'deki bir yazısından dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hakaretten yargılanıyor ve beraat ediyor. Beraati isteyen, savcı. Dolayısıyla karar temyiz edilmiyor. Ama başında bir hukuk profesörünün olduğu "Adalet Bakanlığı" devreye girip, "yazılı emir yolu"yla, verilen beraat kararının bozulmasını istiyor. "Yargının nasıl işletilmek istendiğini, Adalet Bakanlığı'nın kime ve nasıl tâbi olduğunu" kanıtlayan akıl almaz bir durumdur bu.

Şimdi, 932 yıl öncesine dönelim...

Yusuf Has Hâcip'in kaleme aldığı, 11. Yüzyıl Türkleri'nin devlet geleneklerini anlatan Kutadgu Bilig'den bir cümleyi, en esaslı cümleyi birlikte okuyalım:

"Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır, askeri beslemek için de çok mal servete ihtiyaç vardır. Hazinenin bu malı elde edebilmesi için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü birden ihmal edilirse beylik çözülmeye yüz tutar..."

Ben Kopenhag kriterlerinden, AB'den vazgeçtim, Kutadgu Bilig'e rayızım...

Krizlerin nedenini doğru tespit etmek isteyenler, krizleri aşmak isteyenler, bu arada örneğin Adalet Bakanı, Kutadgu Bilig'i bir okumak ister mi acaba?


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır