kapat
27.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Bergama'da gerçekçi olabilmek..

"Bergama altın madeninde, atık havuzuna bırakılan su, Amerika'da içme suyu için müsaade edilen miktarda siyanür içermektedir.."

Bu ne demektir bilir misiniz?..

Amerika'yı bilir misiniz?..

İnsan sağlığına yönelik tehdit ve suçlarda dünyanın en ağır tazminatlarına karar veren ülkedir.. İnsanların yedikleri ve içtikleri şeylerin sağlıklı, güvenilir olması için, bilimin tespit ettiği oranların dahi çok çok altına izin veren ülke..

Kolay anlaşılsın diye örnek vereyim..

"İçme suyunda 10 birim siyanür olabilir, zararsızdır" diyorsa, bilim adamları, Amerika bunun onda birine, 1 birime izin verir.

Bergama'da, kıyametler koparan siyanürün miktarı, işte bu..

Amerika'daki içme suyunda izin verilene eşit..

Bunları söyleyen de ben değilim..

Deneme amacı ile yapılan bir yıllık üretimin ardından atık havuzunda yapılan bilimsel analizlerin sonuçlarını değerlendiren Dr. Muhterem Köse söylüyor..

Kim Dr. Köse?..

Maden Araştırma Merkezi Başkanı..

Şimdi gerçek oranlara bakın..

Bir yıllık üretim sonunda, atık havuzunda biriken suyun içindeki siyanür değeri, Türkiye Cumhuriyeti Çevre Bakanlığının izin verdiği değerin 20'de biri..

Arsenik 500 (Beşyüz) de biri.. Antimuan, 10'da biri..

Bu analizleri yapanlar, dünya mahkemelerinin kararlarına saygı duydukları uluslararası bağımsız kuruluşlar..

Peki o zaman yıllardan beri, kandırılmış bir avuç Bergama köylüsünün etrafında koparılan kıyametler ne?..

Ucuz popülizm..

Ve de korkak medya..

Gerçeğin ne olduğunu bile bile, gerçekleri yazmaktan korkan köşe yazarları..

"Aman beni bu işe bulaştırmayın" diye susup oturan ve meydanı bu bir avuç şovmene bırakan herkes..

Dr. Köse diyor ki..

"Uluslararası mahkemelerin sonuçlarını kabul ettikleri laboratuvarların analiz sonuçları ortada iken, Bergama madeni kapatılırsa, şirket haklı olarak uluslararası mahkemeye gider. Onbir yıl süre ile gereken tüm izinleri aldığını, bu izinlere dayanarak milyonlarca dolarlık yatırım yaptığını belgeler. Deneme üretimi sonunda bağımsız uluslararası laboratuvarların verdiği analiz sonuçlarını ortaya koyar. Üretim sırasında çevreye zarar vermediklerini kanıtlar.

Zaten Türkiye'de de 14 yıldan beri ayni metodla gümüş çıkarıldığını ispat eder. Dünya üzerinde tam 875 madende siyanürle altın çıkarıldığını gösterir.

Ve ardından, Türkiye'de 11 yıldan beri yaptığı tüm yatırımları, harcadığı tüm paraları, bu altın rezervini işletmemekle mahrum kaldığı kazancı dahil ederek, tüm zararının karşılanmasını talep eder. Onu, Türkiye'de altın çıkarmak için gerekli izni alıp bekleyen öteki firmalar izlerler. Bunun sonucu Türkiye milyonlarca dolar ödemeye mahkum olabilir."

Yani, toprak altında çıkarılmayı bekleyen milyarlarca dolarlık altından mahrum kaldığımız gibi, bir de durup dururken, milyarı aşan dolarlarla da tazminat öderiz..

Niye?.. Popülist bir Belediye Başkanının peşine taktığı üç kandırılmış köylü, ikide birde şov yapıyor diye..

Bu olacak şey mi?..

Peki tüm izinleri alarak 11 yılda milyonlarca dolar yatırım yapan bir uluslararası şirketin başına bu gelirse, bir daha bir başka şirket, Türkiye'de bu kadar yatırım yapar mı?..

Bu ülkeyi güvenli bulmadıkları için Türk şirketleri bile yurt dışına kaçmaya başlarken, yabancı sermayeyi de böyle ürkütürsek, bu ülkenin hali ne olur?..

Dr. Köse bunları da soruyor..

Ben de soruyorum..

Asteriks, Hopdediks, Salladediks, şovdedikslerin peşine takılıp Türkiye'yi nereye götürmeye çalışıyoruz?..

1.5 milyar dolar gelecek diye zil takıp oynuyor, gelmezse karalar bağlıyoruz. Sonra en az 80 milyar dolarlık altını yer altında kalmaya mahkum ediyoruz..

Uydular, Türkiye'nin dünyanın en büyük altın rezervine sahip ikinci ülkesi olduğumuzu söylüyor.. Verdikleri tahmin 400 milyar dolar.. Ve biz bu 400 milyarı yerin dibinde bırakma kararı alıyoruz.

Hiçbir tehlikesi olmadığı bin kez kanıtlandığı halde..

Ne biçim bir ülkeyiz biz?..

Yıllar sonra bir başka Marmaris!..
"Hadi gidiyoruz" dediğinde Mudo, yani Mustafa Taviloğlu "Neden olmasın" dedim.. 15 yılı geçmiş Marmaris'i görmeyeli.. Görelim bakalım durum nedir?..

İlk durak, Mudo'nun Marmaris'te yeni mağazası Mudocity oldu.. İş bankasının yaptığı bir çağdaş alışveriş merkezinin girişinde iki katlı bir mağaza.. Üst kat, giyim kuşam.. Alt kat, ev eşyaları, hediyelikler.. Binbir çeşit, hem de nasıl zevkle sunuluyor.. İçerisi de nasıl dolu.. Gözlüyorum.. Gelenler, genelde 7-8 kalem mal alıp çıkıyorlar, ortalama..

İyi şey yaparsan, iyi şey satarsan, insanlar alıyorlar.. Kriz mriz demeden alıyorlar. Türkiye'ye has pek çok şey bulan turistler müşteriler içinde büyük bir oran..

Mudo'yu seviyorum.. Arkadaş olarak, insan olarak değil sadece.. Yüreğini, kafasını seviyorum. Vatan sevgisini seviyorum..

Marmaris'te en merkezi yerde bir küçük mağazası vardı.. Kriz diye herkes küçülür, köşe bucak mağazalarını kapatırken, Mudo tam tersini yapıyor.. Küçük mağazayı kapatıp, 10 misli büyüğünü açıyor..

İşte moral bu.. İşte ülkesine ve insanına güven bu..

İşte öncü iş adamlığı bu..

Marmaris'te böyle bir mağaza beni gururlandırdı. Ama arkadaşımdaki bu yürek, daha çok gururlandırdı..

Alışveriş merkezi, Mudo dışında boş.. Mudo "Ben geldim, siz de gelin" diyor adeta.. Terasta, tüm sahili panoramik gören bir restoran yeri var, bayıldım.. Dükkan, kafe, food court yerleri de pek hoş.. Zeminde bir sinema açılmış, benzeri İstanbul'da zor bulunur. Girdim, beş dakika oturdum. Görüntü harika.. Ses düzeni harika.. Koltuk uçak koltuğu kadar rahat. Önünüzde Hüseyin Beşok otursa, görüşünüzü kesemez. Klima enfes. Marmaris'te bu sinema, ne güzel..

Şimdi bu alışveriş merkezi, kentin kordonboyunda.. Önünde cadde.. Caddenin öte yanında kaldırım. Kaldırımdan sonra plaj uzanıyor, altın kumları ile.. Bu plajın yeri evvelden salaş yapılarla doluydu. Temizlenmiş, halka açılmış. Bu güzel de.. O fevkalade sıkışık, arabaların tren vagonu gibi sıralandığı, gidiş geliş iki şeritli o daracık cadde niye trafiğe kapanmamış.. O yol gerilere alınmalı.. Halkın kaldırımlara sığmadan dolaştığı bu plaj yolu, sadece yayalara tahsis edilmeli..

Kaldırımdaki banklardan birine oturdum, bir saat kadar yolu seyrettim. Gelip geçenlerle konuştum. Onların şikayetlerini dinledim.. Ortak sorun bu yoğun trafikli yolun, plajın hemen yanından geçmesi.. Tanışma fırsatı bulamadığım Marmaris Belediye Başkanı bu konuyu ciddi ciddi düşünüyordur herhalde..

Marmaris'e vardığımızda (Yolu da çok düzelmiş, onu da söyleyeyim. Dalaman hava alanından, çok manzaralı, çok şirin ve çok düzgün bir yoldan geliyorsunuz. Bravo Karayolları..) akşamüzeri idi.. Ertesi sabah erkenden de ayrıldık. Bu kısa zamanda bir de gecelediğim tatil köyü var, size sözünü etmek istediğim. O da ayrı bir yazı olacak..

İşte Türkiye!..
Bir genel örnek..Üniversite giriş sınav sonuçlarını incelediniz mi?.. Hemen tüm ölçümlerde birinciler, devlet liselerinden.. Yani o lüks, o pahalı ve paralı özel lise kolejlerden değil.. Devlet okullarından..

Orta Öğretim Yerleştirme Sınav sonuçları geldi arkasından.. Birincilerin hepsi gene devlet okullarından..

Yani?..

Bu ülkede fırsatlar, parası olana, özel okullarda el bebek gül bebek yetişen zengin çocuklarına mahsus değil..

***
Bir de özel..

Bir dosya geldi elime.. Kimbilir daha kaç kişiye, oradan da çöpe gitmiştir..

Koton diye bir tekstil firması.. Giyecek üretiyor yani..

1999'da 210 işçisi varmış. 2000'de 350.. 2001'de 510..

Yani kriz yıllarında iki mislinden fazla büyümüş.

Cirosu, 1999'da 6, 2000'de 14, 2001'de 30 trilyon..

Yani kriz yıllarında satışı 6 misli arttırmış.

İhracat, 1999'da 4.4 Alman markı.. 2000'de 3.3'e düşmüş.. 2001'de, şu ana kadar 12 milyon mark.. Yani nerdeyse üç misline çıkmışlar.

Mağaza sayısı.. 1999'da 3, 2000'de 6, 2001'de 10 mağaza olmuşlar.. Üç misli de o..

Almanya, Avusturya, İrlanda, İsviçre ve Fransa'da "Ole" diye bir marka alırsanız, bu bizim Koton!..

***
Yani, kimse özür aramasın..

Yani, başaran, içinde başarma azmi olan, yani başarı için kolları sıvayan, yani özürlere takılıp kahrederek oturacağına "Ben yapacağım" diye ortaya çıkan yapıyor.. Koşulları ne olursa olsun..

Başarı, koşullarda değil insanın içinde..

Koşullar ne kadar zor olursa, başarının keyfi o kadar yüksek oluyor.

Peki, benim medyam niye bu başarı haberlerini kovalamıyor, niye bu haberlerini yorumlamıyor?.

Tüm Genel Yayın Müdürleri, tüm köşe yazarları, bu sorunun yanıtını kendi kendilerine vermeliler.. Hem de her gün.. Her yazı işleri toplantısında..

Millete iyi haber vermek, ne günahtır, ne de ayıp?..

Üstelik farkında değilsiniz, tiraj da yapar!..

First Lady'mizdi, gerçekten..
Ne kadar doyurucu bir sayfa hazırlamıştı Sabah, Katherine Graham'in ölüm haberi üzerine..

Türk medyasının anlayışı ile, tek sütun haber dahi olmayabilirdi.. Tüm bir sayfa ayrılmış, dünya medyasının First Lady'si için.. Düşünen, emeği geçenleri yürekten, gerçekten yürekten kutlarım.. Gazetecilik işte bu..

Her satırını okudum, onu ve gazetesini bir kez daha anarak..

Cenaze törenini de gene çok iyi verdiler. Haber vermiş olmak için değil.. Okuyanı doyurmacasına..

Yıllar önceye döndüm..

Nasıl heyecanla girmiştim Washington Post'un kapısından.. Sıradan bir yerel gazete iken, dünya çapında üne ve tiraja kavuşan, Başkan Nixon'u devirip, mahkum ettiren gazeteydi bu.. Katherine Graham'in gazetesi.. Nasıl heyecanlanmam.. Hele o efsane kadının, daha kapıdan girerken insanı fena halde etkileyen, hafif loş, çok az, ama çok nadide eşya ile dekorlanmış odası..

Biz birkaç Türk gazetecisi, guruptuk. Gazeteyi gezdirmişlerdi bize.. Bayan Graham ile de tanışma fırsatımız o ara olmuştu..

70'lerinde olduğunu asla göstermiyordu. Nasıl dinamik, nasıl özgüvenli, nasıl etkileyici bir tipti.. Kısa konuşmasında neler söylediğini hatırlamıyorum bile, hayran hayran bakmaktan..

Mesleğimizin gururlarından biriydi, anıtlarından biri olarak ölümsüzleşti!..

BİZİM DUVAR
Ayşegül Tecimer'le anlaşalım. Şu antika politikacıların hepsini yurt dışına kaçırsın. Tüm suçları affedilsin.

Hakan&Utku

SEVDİĞİM LAFLAR
İstemek yetmez, amacımıza ulaşmak için şiddetle arzulamamız gerekir.

Ovidivs

TEBESSÜM
Teksas'ta büyük bir çiftlik sahibinin yeni işe aldığı adam Pick-up'la çiftliğin etrafındaki çitleri kontrola gitmiş.. Biraz sonra telsizle patronunu aramış "Domuzun birine çarptım patron!" demiş "Tampon kan içinde o da can çekişiyor ne yapayım?" "Bana bak!" demiş patron "Arabanın bagajında tüfek var.. Tam kafasına sık bir tane, öldüğüne emin olunca çalılıkların arasına at onu.."

Biraz sonra aynı adam tekrar aramış, "Dediğini yaptım patron!" demiş "Motorsikletinin üzerinde mavi kırmızı ışıklar hala yanıp sönüyor.. onu ne yapayım?"


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır