kapat
22.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 

İstanbulhazan yaprakları gibi


İnsan kadar kazma ve buldozer olamayacağını bütün afetleri tetkik edip görüyorum. Ne yangın, ne sel bu güzelim şehri insanlar kadar yok etmedi
Şimdi hiçbiri yok. Kaybolan sadece İstanbul değil, İstanbul'u yaşatan ne varsa kaybolup gitmiş.

Beyoğlu'na henüz sevdalanmadığım yıllarda, sokaklar arşınlıyordum Kadıköy sahillerinde ve Çamlıca tepelerinde...

Yeni doğmuş ve kirlenmeye çok vakti olan bir İstanbulluyum o zamanlar. Alabildiğince duru, saf ve o ölçüde tam bir "süt çocuğu" idim ve henüz göğüslerden hayatı öpmeye başlamamıştım. Bu tarzdaki bir büyüme tabiatıyla hem beni, hem de İstanbul'u "helal süt emmiş"lerden yapacaktı.

İstanbul'un bütün arınmışlığına zaman zaman lekeler düşmüş ve şüphesiz bazıları istimlaktan daha yıkıcı olmuştur. İnsan kadar kazma ve buldozer olamayacağını bütün kaza ve afetleri tetkik ettiğimde görüyorum. Ne yangın, ne sel, ne de başka bir afet bu güzelim şehri insanlar kadar yok etmemiştir.

MIKNATIS PERA
Güzellik ölçülerine göre, bütün şehirleri çıkarsalar karşıma ve tek tek hususiyetlerini dile getirseler, İstanbul yine de vazgeçilmez bir "afet-i devrandır.

Bu afete vurulduğumda ya da bu şehir beni kalbimin tam 12'sinden vurduğunda Çamlıca tepelerinde henüz gelincikler "al al" bakardı. Papatya tarlalarından kurtulup, delikanlılık sokaklarına girdiğimde keşfinden dolayı hayli şaşırdığım bir Pera'yla karşılaşmıştım. Adab ile adaba mugayyirin bir arada olduğu bir yerin dünyada ender olabileceğini hep düşünmüştüm. Seyyah olduğumda bu konuma uygun düşen şehrin Amsterdam olduğunu farkedecektim.

Pera dedikleri Beyoğu'na iki ucu iyi ve kötü olan koca bir hayat mıknatısı vardı. İyileri de çeker kötüleri de... Bu bakımdan ben her zaman Beyoğlu'nda takım elbiseli, papyon kravatlı insanlar geçer ve herkes birbirine "lütfen diye yol verirdi" traşlarına pek katılmıyorum. Öyle olsaydı Tarlabaşı izbelerinden zabıta bültenlerine, fiil-i livatadan kapkaççsına, jiletçisinden ayvacısına kadar bir yığın şirretin dökümü geçmez ve İstanbul'un vukuat ortalaması bu yüzden yüksek olmazdı. Beyoğlu'nun çiğnenen kaldırımlarında nice "bey"oğlu kademsiz ve uğursuz, bıçkın ve şirret ve o ölçüde hırpaninin ayak izleri vardır.

Biz "çıplakları", "Çıplak Ayaklı Kontes"ten çok önce görmüş ve seyretmiştik. Dolayısıyla 1940'ların Beyoğlu'nu arşınlayan ayaklarda o zamanlar ne "rugan" iskarpin vardı, ne de "Altın Çizme"...

MUTENA SEMTLER
"Düşman ayağa bakar" dediklerinden mi ne, işte bu ayak önemi fetiş bir biçimde arzetmiş, ince uzun burunlu George Raft ya da Humprey Bogart stili parlak ve "cinayet ayakkabıları" mutena semtleri ablukasına almıştı. Bizden önceki "Beyoğlu canavarları" Sadi Salonu'na giderdi. Orada her akşam, Muhlis Sabahattin Bey'in yazdığı ve bestelediği bir Masal Revüsü pek büyük bir muvaffakiyetle devam ederdi. Selahaddin Pınar Kerem'i, Mualla Hanım da Aslı'yı temsil eder. Alafranga programda Kapaçidi Orkestrası yer alırdı. 14 kişilik Mezey Revüsü de bu programın en önemli parçasıydı.

1940'ların bu çaylı matinelerinde ne kadar sevda demlenmiştir bilinmez. Ama çaylar mutlaka "koyu" ya da "şekerli"dir.

Yeni Melek Sineması, bir takım şeytanların hışmına uğramadığı dönemlerde "insan, kuvvet ve kabiliyetinin fevkine çıkan ve sinemanın keşfinden sonra yapılan en muazzam ve samimi filmler" gösterirdi. Filmler iyi olmuş, olmamış ne önemi var... Yeter ki seyredenler iyi olsun efendim.

Siz ne kadar inanmasanız da yine de benim dediğime kulak kabartın. Gözlerin kapanıp, için bir hoş olduğu anlarda, en güzel filmler seyredilmiştir Beyoğlu'nda... Kim koparıyor bu filmleri ve çiçekleri?

ergunhicyilmaz@superonline.com

Ergun HİÇYILMAZ


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır