|
|
|
Gitmek mi zor, kalmak mı?
Dolar inip çıktıkça 'Gideceğim buralardan' diyenlerin sayısı da artıyor. Gerçekten gitmek mi isteniyor?
Yoksa 'gidiyorum' demek, çaresizliğimizin son ifadesi mi? Peki ya keşfedilecek 'cennet' kaldı mı?
Ekonomik kriz "gitmek arzusu"nu yaratmadı, tetikledi... Kriz yıllardır biriken duyguların patlamasına yol açtı, bardağı taşıran son damla oldu. "Bir kriz çıktı, herkes kaçmaya çalışıyor" demek kendi kendimizi aldatmaktır. Paranın değerinde meydana gelen devalüasyon yüzünden kaçmak istemiyor kimse; insanın değerindeki hızlı düşüş asıl sorun...
* Herkes gitmekten bahsediyor. Ama gidilecek cennet var mı? Hele üretmeyi unutmuş bir ülkenin vatandaşı olarak...
Geçti o günler, artık kimse bir cennet hayaline kapılıp başka bir ülkeye gitmek istemiyor! Asıl üzülmemiz gereken bu!.. Çünkü bu ülkeden gitmek isteyenler gerçekçi düşüncelerle kendi çaresizliklerini harman edip bu karara varıyorlar. Cennet mennet yok yeryüzünde, bunu herkes biliyor, ama artık kendi memleketlerine bakınca orada ne yazık ki "cehennem"den başka bir şey görmeyen insanlar var ve onlar "cehennem"den kaçıp gitmek istiyorlar...
* "Kapıları bir açsalar kimse kalmaz" lafı biraz kuru sıkı değil mi? Çünkü gitmek serüven ve macera tutkusunu da içerir. Oysa bugünkü söylem çok 'garantili', 'risksiz' bir yaşamı simgeliyor gibi. Gerçekten gitmek isteniyor mu?
Nisan ayında kaleme aldığım üç yazıyla, özellikle gençlerin bu ülkeden çekip gitme arzularını dile getirdiğimde inanılmaz sayıda elektronik mektup aldım. Bunların içinde "Biz Tokat'ta turizm okuyan üç genciz; bu toprakların milliyetçisiyiz ama yapacağımız bir şey kalmadı, bize maddi açıdan yardımcı olursanız, başka ülkelerde çalışıp hayatımızı yaşamak istiyoruz" diyen de vardı; "28 yaşında bir bankada önemli bir görev üstlenecek kadar kendimi şanslı saymama rağmen tükendim. İş hayatım sürekli dayak yemekten farksız; ülkem beni boğuyor, apartmanımın kapıcısı bile çaldığım müziğe itiraz ediyor. Kanada'ya başvurdum, gideceğim" diyen de vardı... Artık siz düşünün gerisini! Ben sadece bu iki mektuptaki şu deyimlere dikkat çekeyim isterseniz: Birincisinde "hayatımızı yaşamak istiyoruz!" deyimine; ikincisinde "İş hayatım sürekli dayak yemekten farksız" deyimlerinin üzerinde durmaya var mıyız?.. Gelelim "gerçekten gitmek isteniyor mu?" sorunuza... Evet, önemli bir bölüm gerçekten istiyor. Ama daha geniş bir kesim, sadece çaresizliğini yüksek sesle haykırmanın bir yolu olarak "gideceğim" diyor!
İNSAN YERİNE KONMAK İÇİN
* Kavafis bir şiirinde "Bu şehir arkandan gelecek hep" der. 'Gitmek' daha iyi bir hayat talebi ise önce bu noktadan mı değişmeye başlamalı? Bireylerin değişme arzusu yeterli mi?
Bakın, önemli olan şu: Büyük ekonomik kriz "gitmek arzusu"nu yaratmadı, sadece tetikledi... Kriz yıllardır biriken duyguların patlamasına yol açtı, bardağı taşıran son damla oldu. "Bir kriz çıktı, herkes kaçmaya çalışıyor" derseniz kendinizi aldatırsınız. Paranın değerinde meydana gelen devalüasyon yüzünden kaçmak istemiyor kimse! Asıl sorun insanın değerindeki hızlı düşüş... Kariyer sahibi, iyi okumuş, hatta iyi işler bulmuş insanların Batı ülkelerinde meslekleriyle ilgisiz ve geçici işlerde çalışmayı göze alarak buradan gitmeyi istemelerinin nedeni budur! Burada "insan yerine" konulmuyoruz; ama orada gece vardiyasında bir servis elemanı olarak çalışır geri kalan zamanımı "insan gibi geçiririm" diyenlerin sayısı kabarık... Madem iyi bir hayat talep ediyorlar, bunu neden burada gerçekleştirmiyorlar? Soru doğru... Ama Türkiye yıllardır siyasetsiz demokratlaşmaya, insansız modernleşmeye çalışıyor. Bu durumda "daha iyi bir hayat talebi" insanların ara sıra kendi başlarına mırıldandıkları bir şarkı gibi... Fazlasına güç yetmiyor!
* Gitmek isteyenler neden "öteki Türkiye"nin insanları değil de, kent hayatı içinde kendine yer edinmiş kişiler?
Ancak gidebilecek olanlar, az çok iyi yetişmiş, dünyayı tanımış
ve özgüveni yüksek olanlar bu arzuyu şiddetli biçimde dışarı vurabilirler. Şu anda asgari hayat standardının içinde çırpınanların bir tek sorunu var: Ekmek! Onları bu tartışmaların hiç içine katmamak gerek!
FATİH TERİM PERİ MASALI OLDU
Yalnız Serdar Turgut gibi "yazık bu beyinlere, hepsi gidiyorlar!" diye üzülmediğimi belirtmek isterim. Biz zaten iyi yetişmiş nüfusumuzu hak ettiği gibi kullanabilen bir ülke olamadık. Yani gitseler de, kalsalar de pek farketmiyor!..
Çok iyi bir sosyal bilimci lastik bayii olmuş, sonra da iflas etmiş ve yurtdışına yerleşmeye karar vermiş... Eeee? Zaten o babasının bulup buluşturduğu sermayeyle dükkan açtığı anda ülke tarafından kaybedilmişti! Zaten ülke ona hak ettiği değeri vermemişti. Ne derseniz deyin artık! Üstelik bu genç adam, sırada yalnızca lastik satabilecek kapasitede yığınla genç adam kendine iş, dükkan ve sermaye beklerken, onların önünü tıkamıştı... Benim üzüldüğüm şey, toplumsal katmanlarda umutsuzluğun çığ gibi büyümesidir. "Bizden bir halt olmaz kardeşim!" fikri espri olmaktan çıkıp, ciddi ciddi söylenen bir laf haline dönüştüyse, eyvah!.. Bu bir topluma yapılabilecek en büyük hainliktir. Hiçbir vatan, millet hamaseti bu korkunç ihanetin üstünü örtemez. Üstelik böyle zamanlarda Fatih Terim'in Milan'ın başına geçmesi gibi uluslararası başarı örnekleri "ateşleyici" olmak yerine, git gide modern bir peri masalı haline gelir ki, çok yazık!..
* Kalmayı savunanlardan bazıları "Gidersek ülke ne olur" diyor. Biz kalırsak ülke değişir mi? Zaten yıllardır buradayız.
Bu ülkenin değişmesinin, her şeye rağmen tek bir yolu var. Burada kalarak ve bizimle değişebilir ancak; biz istersek, biz değiştirirsek... Zaten gidenler, ne zaman geri dönmeye kalksalar, aynı ve eski "berbat" ülkeyi bulmadılar mı karşılarında?.. Sürekli torunlarımızın göreceği güzel günlere hazırlanmaktan vazgeçmeliyiz. Dedem öyle yaptığını sanıyordu, torunu olarak ben o günleri göremedim! Kendimiz için istemeliyiz, güzel günleri, demokrasiyi, özgürlüğü, refahı, bilimi...
MACERA DUYGUMUZ YOK
* Sürekli eve, yani yerleşik hayata yatırım yapmamızın nedeni ne sizce?
Medeniyet yerleşik hayattır: Medine'de yaşamaktır... Sadece yerleşik bir hayatı olanlar gerçekten medeni anlamıyla seyahat ederler. Göçebeler seyahat etmezler. Onlar sürekli hareket halindedir. Eve yerleşmekte de bir yanlış yok! Gelişmiş bir ekonomi de hazları gelişmiş yerleşik insanları hedef alır, onlarla büyür, serpilir. Sorun şu: Bizler evlerimizi dünyaya açmakta zorlanıyoruz; tersine evlerimizin içine kaçıp, orada büzülüyoruz... Bizim için ev demek dünyaya açılmak anlamına gelmiyor ne yazık ki. Biz evlerimize girerek dünyaya kapanıyoruz.
* Macera duygumuza ne oldu?
Macera duygusu Batı'nın kültür tarihine aittir. Batılılaşacağım diye yırtınmak başka şey, Batı'nın kültür tarihini paylaşmak başka şey. Macera duygumuza bir şey olmadı. Çünkü zaten yoktu! Biz kaşifler, serüvenciler ve çileci gezginler çıkarmadık ki hiç... Biz yeryüzünü sadece ekonomik olarak değil, kültürel ve duygusal olarak da kolonize etmeyi hedeflemiş bir tarihin çocukları değiliz. Bizim gezginlerimiz dünyayı tanımak, meraklarını tatmin etmek için yollara düşmediler; ya aşk uğruna, ya da manevi hakikat arayışıyla çıktılar yola... Şimdi global kültürün etkisiyle herkes bir pazar günü otururken bile birbirine "haydi yeni bir şeyler, yeni yerler keşfedelim!" diyor. Bunlar sıradan ve trendy gündelik hayat sporları... Artık keşfedilecek bir şey yok.
Evet, cennet orada
Serdar Turgut (Hürriyet yazarı)
Öteki Türkiye'nin 'sesi', teknokrat hükümet tartışmasının müsebbibi Serdar Turgut "gidilecek bir cennet var mı" sorusunu şöyle yanıtladı: "Üretmeyi unutmuş bir ülke kısa sürede cehenneme dönüşebilir; o nedenle üretmeyi sürdürmekte olan her ülke kendisini kurtarmak için oralara kaçanlara cennetmiş gibi gelebilir... Kapıları açsalar kimse durmaz mı? Bizim kapılar açık da onlarınki kapalı aslında, artık seçerek alıyorlar mühendisten kapıcı yapmak için. Yine de kapıları bir tam açsalar, bakın olacakları görün siz..."
Yazı 'gitmekle kalmak arasında bir yerde'; Bodrum'da geçiren Turgut, ülkenin değişiminin biz vatandaşlarla ilgisi olmadığı kanaatinde: "Biz gitsek de kalsak da değişecek, çünkü ülke yönetimi artık ülkeyi batıranların elinde değil. Ancak bazı insanların ne tahammülleri kaldı beklemeye ne de zamanları... Onlara hak veriyorum."
Siyasetle çözülür
Etyen Mahçupyan (Gazeteci-yazar)
Mahçupyan insanların 'gitme' isteği ile siyasetteki tıkanma arasındaki ilişkiye işaret ediyor: "Büyük bir işsizlik yaşanıyor. Küreselleşmenin yaşandığı dönemde bu işsizler ordusu için gitmek istemek çok doğal. Bu işin reel kısmı. Ama bir de vicdani yanı var. Hepimiz gidersek ne olur? Bu insanın 'doyduğum yer vatanımdır' diyemeyeceği kadar karmaşık bir durum. Üstelik bu bakış açısı Batı'ya özgü, biz Doğu'luyuz. Krizle birlikte sorunun 3-5 kişinin ve 20-30 yılın meselesi olmadığını gördük. Bu ancak siyasetle çozülür. Tabii bu arada biz kimiz? Kimimiz Serdar Turgut'un arkadaşlarıyız, kimimiz de onları hiç görmeyen Anadolu'nun köylerindeki insanlarız. Hepimizin de siyasetteki umut ışıkları farklı."
Koşullar kolay değil
Orhan Tekelioğlu (Sosyolog)
Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Tekelioğlu'na göre cennet yok: "Türkler için göçebe dense de, bu bir söylemdir. Oysa Amerika'da insanlar sürekli hareket halinde çünkü yükselmenin koşullarından biri bu. Biz zorunlu göç ediyoruz. Almanya'ya giden işçiler buna örnek. Gitmek isteyenler orta sınıf insanları, ama yoksul kişilerin gitme arzusunun daha yüksek olduğuna inanıyorum. Çünkü hiç kolay değil. Dişçi olarak gitseniz bile iki sene eğitim görmeniz gerek. Bu yüzden de çok dönen var."
|
|
|
|