Şirin bir koyu çevreleyen kayalıkları dev hoparlörlerden çıkan ritmik darbe seslerinin dövdüğü, gencecik bir kalabalığın çılgınca dans ettiği yere ulaştığımda biraz rahatladım: Şehir oraya gelmişti işte! Bütün gürültüsü, eğlencesi, gizlisi saklısı ile oradaydı. Yalansız dolansız biçimde gelip kurulmuştu o küçük ve bir gece önce ıssız olan koyun ortasına...
Kumların üzerine oturdum.
Denizin üzerindeki deterjan köpüklerinden oluşmuş şeritlere baktım.
Düşündüm:
Huzursuzluğun politikacıları, politikaları var...
Yöneticileri ve yönetilenleri var huzursuzluğun...
Huzursuzluğun dev bir ekonomisi var...
Oysa huzur öyle mi?
Huzur özel mi özel! Medyanın ve gündelik politikaların saldırısı altında bile özel...
Eve döndüğümde Crispin Sartwel'in "Yaşama Sanatı" adlı kitabını açıp şu satırları tekrar okudum. (İsmi sinir bozucu ama şarlatan işi kılavuz kitapçıklardan değildir bu kitap, garip anaforlardan geçip hayatta kalabilmeyi becermiş bir adamın ciddi ve zor bir çalışmasıdır-Ayrıntı Yayınları.)
"Bulaşıkları yıkarken kişi yalnızca bulaşıkları yıkamalı. Yani, kişi bulaşık yıkarken bulaşık yıkamakta olduğu gerçeğinin tamamen farkında olmalıdır" diyor Sartwell, sonra sürdürüyor sözlerini:
"İlk bakışta biraz aptalca gelebilir: Ama mesele tam da budur. Burada ayakta duruyor ve kapları yıkıyor oluşum mucizevi bir gerçekliktir. Nefesimi dinleyerek, mevcudiyetimin bilincinde; düşüncelerimin ve eylemlerimin ayrımında olarak, ben kendim oluyorum... Bulaşık yıkarken bizi bekleyen bir fincan çayı düşünür ve sanki bulaşıklar bir belaymış gibi aceleyle başımızdan savmaya çalışırsak, bulaşık yıkadığımız süre içinde YAŞIYOR olmayız... Aklımız içeçeğimiz çayda olduğu için kendimizi vererek bulaşıkları yıkayamıyorsak, kendimizi vererek çayımızı içebilme şansımız da olmayacaktır. Çayımızı içerken de başka şeyler düşüneceğiz ve elimizde tuttuğumuz fincanın çok az ayrımında olacağız. Böylece sürekli gelecek tarafından yutulacak ve gerçekte hayatımızın bir dakikasını bile yaşamayacağız."
Gelin bu satırlardaki bulaşık, çay gibi sözcüklerin yerine başkalarını koyup bir daha okuyalım.
Ve asıl şuraya dikkat edelim: "Sürekli gelecek tarafından yutuluyor ve hayatımızın bir dakikasını bile yaşayamıyoruz."
Gerçekten de öyle değil mi?
Şu modern hayatımızın teranelerine bir bakın:
"Haydi keşfe çıkalım, bir şeyler keşfedelim!"
"Haydi kendine bir hedef koy!"
"Haydi, itiraf et!"
"Bugün" dediğimiz şey, sürekli geleceğe erteleniyor ve onunla birlikte "huzur" da...
"Huzur" kavramı artık somut bir yaşantıya gönderme yapmıyor.
Çünkü o... Hep ertelenen bir hedef...
Bugün, burada aramadığımız için, gelecekte de bulamadığımız bir şey huzur... Bir tür "başarı!"
Yazık ki, ölüm modern insana hep huzurdan önce geliyor!