Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı, Şehmus Ülek, Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Diyarbakır İl İnsan Hakları Kurulu'na, 12 Temmuz tarihinde bir mektup göndemiş.
Mektubun içeriği son derece vahim. Bazı konulardaki toz pembe görüntüye rağmen, "hiç ortaya çıkmayan ve çıkmayacak kayıp olayları"nın, "keyfi asayiş tedbirleri"nin süregittiğine dair kuşkuları alevlendirecek nitelikte.
Nitekim mektup bir yana; Silopi'de kaybolan iki kişiden aylardır haber yok; kayıplarla ilgili sorular sormak bile neredeyse yasak, bu iki kişi üzerine yazdığım yazılardan dolayı bana Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılmış durumda.
Kamuoyunun da bu tür olaylar ve kayıp vakalarıyla ilgisi sınırlı; "kötüyü savmak misali" insanlar bu tür olayları ne bilmek istiyor ne de duymak. Bir iki kişinin kaybolması ya da ölümü "münferit hadise" olarak geçiştiriliyor...
Ne var ki, her kayıp ya da her keyfi asayiş vakası "tüm toplumu kuşatan ters ve tehlikeli politikalar"ın, "kötü bir geleceğin haberci"sinden başka bir şey değil.
"İnsan hakları konusu"nda biraz daha "zemin kaybetmek", "hukuk konusu"nda "keyfiliğin ve faydacı bir ideoloji"nin daha da esiri olmak, bir "rulet çarkı" gibi, faturasını her gün bir başkasına çıkarıyor.
Şimdi Ülek'in mektubuna gelelim...
Mektup bir kaybetme girişimini anlatıyor.
Olay şöyle:
Tekin Ülsen 23 Haziran 2001 günü akşam saatlerinde beş kişi ile birlikte Diyarbakır'da gözaltına alınıyor ve kendisinden bir daha haber alınamıyor. Nitekim ablası Saniye Altın, iki arkadaşıyla birlikte kardeşinin, sivil kıyafetli kolluk kuvvetlerince gözaltına alınmasına tanık oluyor.
Gözaltı olayından beş gün sonra, 28 Haziran'da DGM Başsavcılığına başvuran Altın'a, kardeşinin gözaltında olmadığı yazılı olarak beyan ediliyor. Bunun üzerine, çesitli tarihlerde yedi kez daha DGM Başsavcılığına ve Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunan Altın'a yine aynı yanıt veriliyor.
9 Temmuz günü yetkili mercilerin inkârlarına rağmen, kayıp Tekin Ülsen'le birlikte gözaltına alınanlardan birisi, Saniye Altın'ın evine giderek kardeşiyle birlikte aynı hücrede tutulduğunu haber veriyor. Ve abla Altın, 10 Temmuz'da ilgili merciler nezdinde suç duyurusunda bulunuyor. Ne var ki aynı gece saat 24.00 sularında kayıp Tekin'in evine polislerce baskın düzenleniyor.
Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı Şehmus Ülek mektubunda şöyle diyor:
"Bütün bunlara rağmen, Tekin Ülsen'in akıbeti konusunda, resmi merciler şu ana kadar herhangi bir açıklama yapma gereği duymamışlardır. Acaba gözaltında kaybedilmeler zincirine bir halka daha mı eklenmek isteniyor? Şu ana kadarki, resmi sessizlik, bu yöndeki endişelerimizi daha da artırmaktadır.f
Bölgede gözaltılar ve ardından tutuklama kararlarına rağmen cezaevleri yerine aylarca Terörle Mücadele Şubelerinde tutulan insanların sayısının her geçen gün arttığı bir ortamda, sözkonusu kaybetme operasyonu, bundan sonraki ihlal stratejisini özetlemektedir. Benzer bir olay, 25 Ocak 2001 tarihinde Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz'in başına gelmişti ve bu insanların akıbetleri hâlâ meçhul.
Kendi vatandaşının yaşama hakkını güvence altına alamayan devlet olmaz. Bu tür olaylar zaten Türkiye'nin nasıl bir ülke olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Aksini iddia edenlere düşense, öncelikle bu insanları bulup ortaya çıkarmaları ve sorumlulardan gerekli hesabı sormalarıdır..."
Bu satırlara katılmamak, olup bitenlerden kaygı duymamak mümkün mü?