Türkiye'de bugün siyasetçi olmaya; yani efendim, devlet yönetmeye özenenler, hâlâ daha bir hayli yoğunsa da; bürokrat olmaya özenenler gitgide azalıyor...
Nasıl azalmasın ki, İstanbul'un bazı lokantalarında 4-5 kişilik bir akşam yemeği, bir müsteşar maaşı...
Şimdi henüz gündeme gelmeyen soru şu: - Siyasetçiliğe özenme, ne zaman başlayacak azalmaya?
Saydamlaşma yaygınlaştıkça ve siyasetçilerin devlet rantını kullanma olanakları kısıtlandıkça...
Bakan olmuşsun ama, "sayende kimse sayeban" olamıyor. Kimseyi ihya edemiyorsun; hatta kendini bile...
Bir yerden bir yerlere giderken; ne resmi araba konvoyları takılıyor peşine, ne de resmi uçaklara binebiliyorsun...
Özel sekreterinden başka ne karşılamaya gelenin oluyor, ne geçirmeye gelenin... Şark'a özgü, ortaçağ kalıntısı siyasal saltanat, kuyruğunu titretmeye başlamış...
Bir kente vali olma meraklıları nasıl azalmaya başlamışsa; bakan olma meraklıları da azalmaya başlayacak...
Yalova'nın ilçe olduğu dönemlerde "Yalova kaymakamı" deyimi; kimsenin iplemediği, önemsiz, etkisiz, kıytırık kişi anlamında kullanılırdı.
Yakın bir gelecekte; bürokratı siyasetçisiyle Hazine'den geçinmelilerin tümünü kapsamaya başlayacak, bizim eski "Yalova kaymakamı" kimliği...
Çünkü hiçbirinin göz alıcı bir avantası ve avantajı olmayacak... Sinsi talan ve iri yalanların da dışında kalacaklar...
Global ekonomik örgütlerin tutarlılığı içinde, birer teknik eleman gibi çalışacaklar... Kendi siyasal çıkarları doğrultusunda, aşırı bir inisyativ kullanamayacaklar...
Ve her ay, yaptıkları uygulamaların dökümlerini açıkladıklarında, tüm dünyanın onayını aldıkları ölçüde, seçim şansları artacak kendi yerel bölgelerinde...
Küreselleşme süreci böyle bir şey... "Ulus-devlet" modelinin aşıldığı bir süreç..
Yerel vatandaşlıklar, önce Avrupa vatandaşlığına; sonra da dünya vatandaşlığına dönüşecek...
Her ülke, aynı zamanda herkesin ülkesi olacak...
Paris, Londra, Roma, Madrid vs. nasıl aynı zamanda senin de bir kentin sayılacaksa; İstanbul, İzmir, Urfa da; aynı zamanda İspanyollar'ın, İsveçliler'in, Almanlar'ın bir kenti sayılacak...
Anayasalar da bütünleşecek, mahkemeler de, paralar da...
Pirohi, sucuklu yumurta, patlıcanlı pilav, çiğ köfte, su böreği ve Fehmi Tokay'ın şarkıları; yerel güzellikler olarak, evrensel bir kültür mozayiğinin içinde alacak yerini..
Herkes en az üç dil konuşacak ve isteyen, istediğiyle; istediği yerde, istediği gibi evlenecek...
Yeni doğacak bebeklerin kimlik kartlarına "dünya vatandaşı" diye yazılacak...
Ne enflasyon belası kalacak; ne eğitimle sağlık sorunlarının getirdiği ekonomik sıkıntılar belası...
Rutin çalışma dönemleri bitecek... Her gün iş yerlerine gidip gelme zorunluğu da bitecek... İnsanlığın yaşamını, daha kolaylaştırıp, daha güzelleştirmek için; insanlığa "yeni artılar getirme"yle uğraşma dönemleri başlayacak...
Ne gibi mi? O sırada yanında olmayan bir sevdiğinin, görmekte olduğu rüyayı, senin de görüp paylaşman gibi...
Şayet bu rüya bir karabasansa; senin de rüyanın içine girip, karabasanı, pembe bir rüyaya dönüştürmen gibi..
Eski zaman siyasetçilerinin kimselere söylemedikleri gizli cinayetleri, "gizli kalmış siyasal cinayetler ansiklopedisi" adıyla belgesel bir CD ansiklopedisine çevirmek gibi...
Beş yüz yıllık bir uçurtma koleksiyonu yapmak gibi...
Patlayan yanardağların enerjisini, kullanıma alabilme yöntemleri üstünde çalışmak gibi...
Büyük Okyanus'ta 6 bin metreden daha derinlere inmeyi başarmak gibi...
Tüm mezarlıkları uzaya taşıma planları yapmak gibi...
6 milyarlık insan toplumunun 24 saatlik osuruk toplamını, olumlu bir biçimde değerlendirme projeleri yapmak gibi...
Tarihsel bir "angutlar müzesi" düzenlemek gibi...
22. Yüzyıl'ın sonuna kadar, hepsi de gerçekleşecektir bunların...
O zamana kadar Türkiye de, sinsi talanlarla iri yalanlardan arınacak ve ister istemez evrenselleşecektir. Enseyi karartmayın...