kapat
02.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.iku.edu.tr
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Fotoğraf kareleri

Yazı masası yine dağınık. Kaç günlük gazeteler, kimisi çarşaf gibi açılmış; kimisinin içi, masanın kıyısından sarkmış; öfkeyle buruşturulup bir köşeye fırlatılacak bir provokasyonla, sere serpe duruyorlar. Eskimiş bir dergi; derginin altına saklanmış, kalemlerimi koyduğum mukavva kutu; boş kağıtlar; Nasip İyem'in hediye ettiği köylü kadını figürlü seramik çanak; hepsi birbirine dolaşmış.

Çaresizlikle yüzüm buruşuyor:

- Yahu şunları toplayacak biri yok mu?

Gece uyandım. Terliklerim yatağın altında değil. Uyku sersemi, çıplak ayakla karanlığın içinde sağa sola eğilerek terlik aramak sinirlendiriyor insanı.

Bir nara atayım istiyorum:

- Ulan nerde bizim terlikler?

Katı yumurta, yoğurt, soyulmuş elma yemek isitiyorum akşamları. Bir türlü üçünü bir araya getirmek mümkün olmuyor. Ya katı yumurta unutuluyor, ya yoğurt, ya soyulmuş elma...

Bütün bunlara dikkat etmeye başlamak, yaşlılık işaretidir. Galiba kırkı geçtin mi, marazi bir şefkat özlemi; kırılası burnunu, bilinç altından yavaş yavaş çıkarmaya kalkıyor. Herkesin etrafında pervane kesilmesini isteyen bir huysuzluğa doğru kayıyorsun.

Açık bırakılan kapı; ortada unutulan gazoz şişesi; yerine asılmayan elsibe; sinirine dokunmaya başlıyor.

Çok iyi hatırlıyorum. Delikanlılığımda ben de, babamın evinde çapaçulun biriydim. Ne elbisemi yerine asardım, ne gazoz şişelerini toplardım. Okuduğum kitap, okuduğum yerde kalırdı.

Babam da, inadına tertipli mi tertipliydi. Ömrü vefa etseydi, şimdi bizim çocukları, ortaklaşa kimbilir ne güzel çekiştirirdik.

Ben:

- Bunlarda ev zevki yok, hiç bir şeyi yerine koymuyorlar, derdim.

O, pek iyi bildiğim bir gözlük üstü bakışıyla:

- Keratalar ahıra çevirdiler burasını, derdi.

Söylene möylene birlikte toplardık ortalığı.

Herhalde babalar, oğullarıyla anlaşmak istiyorlarsa; onların kırkına gelmesini beklemeden, gitmemeliler. Bizimki on dört yıl erken davrandığı için, bunun tadını çıkaramadı.

Dün yattığı mezarlığın yanından geçtim. Yanımda, dedesini hiç bilmeyen bir küçük kız çocuğu vardı.

Merdivenköy'e bahar inmişti. Vaktiyle bisikletle dolaştığım yerler, her yıl biraz daha değişiyor, siliniyor, kayboluyordu.

Aslında başımı anılara doğru döndürmesini sevmem. Ama bazen kırk yılda bir, gözüm kayıveriyor gerilere. Gaza daha hızlı bastım ve bir müzik açtım. Yanımdaki küçük kız çocuğu:

- Babacığım, diyordu.

Ona:

- Anneciğim, diyecek çocukları yaşamak; babamı yaşamaya ağır bastı.

Ola ki, onlar da beni hiç bilmeyecekler. Öyleyse ben onları ve onların torunlarını bilecek gibi bakmalıyım dünyaya.

Dağınık masa, kaybolan terlik ve unutulan katı yumurta öfkesinde, babamı seyrettiğim gibi; onları da seyretmeliyim.

Bu bakışlar, bakarsınız bizden sonra da bir gün, torunların torunlarıyla gözgöze geliverir de, hayatla alışverişimiz mezarlıkta bitmemiş olur.

Pikabın iğnesi kaç zamandır cızırdıyor. Makineleri insan gibi sevme tutkusu var bende. Bozuk ampul, yağ yakan motor, işlemeyen sifon deli eder beni. El altında kullanılan ne varsa gıcır gıcır, çakı gibi olmalı.

İyi yanmayan bir havagazı ocağı dert olabilir içime. Ötmeyen bir kapı zili, rayından çıkmış perde, bozuk telefon derhal düzelmelidir. İşi gücü bırakır onlarla uğraşırım.

Pikaba iğne aramaya çıktım. Firmanın merkez binası Taksim'deymiş. Kalktım gittim oraya. Çarpıcı bir antre... Camlı bir bölme içinde bir resepsiyon memuru... Geniş, modern merdivenler... Ve firmanın bütün ağırlığıyla yerleştiği, kapıları yazılı, katlar... Atölye, depo, muhasebe v.s...

- Bir iğne arıyorum.

- Yana sapın.

- Bir iğne arıyorum.

- İleriye yürüyün.

- Bir iğne arıyorum.

- Sola dönün.

Birinci katın dibine doğru camlı bir bölmenin önüne geldik yine. Gişe deliği gibi bir delik var camda. Camın arkasında ihtiyarca biri, bir masaya defter açmış, gözlükleriyle ciddi ciddi onu inceliyor. Sarışın bir delikanlı da, ayakta; ayağını düşman göğsüne basar gibi, iskemlenin bağrına basmış, telefonla konuşuyor. Süklüm püklüm bekliyorum.

Sarışın delikanlı hem telefonla konuşuyor, hem göz işaretleriyle:

- Ne istiyorsun, diye soruyor.

- Bir iğne arıyorum.

Delikanlı duymuyor, yahut telefona daha çok önem veriyor. Ve tekrar gözünü kırparak bana doğru başını:

- Ne istiyorsun, diye sallıyor.

- Bir iğne arıyorum.

Delikanlı telefon konuşmasının arasında:

- Yok, diyor.

Devam ediyor telefonla konuşmaya.

Oysa daha başka şeyler de sormak niyetindeyim firmaya:

- Müzikli ince band kutularından var mı? Yoksa nerede bulabilirim? Fiyatı ne kadardır? Dışardan getirtmek mümkün mü?

Delikanlı hep:

- Yok, diyor.

Telefon konuşması da bir türlü bitmiyor.

Ne biçim satıcılık, ne biçim montajcılık, ne biçim temsilcilik, ne biçim reklamcılıktır anlayamadım.

Şunların Avrupadaki ağababalarına bir şikâyet mektubu yazayım, diye düşündüm önce:

- Türkiye'de firma açmışsınız. Cakalı olmasına pek cakalı. Gösterişli olmasına pek gösterişli. Yalnız bir daha sefere döviz karşılığında telleri, bobinleri, vidaları gönderirken; biraz da, sempati gönderin kullandığınız memurlara da; hiç değilse halkın yediği kazık yağsız olmasın.

Sonunda sarışın delikanlı bana müzikli band bulmak için Amerikan pazarlarını salık verdi. İğne için de:

- Nerde satılır bilmiyorum, dedi.

Avrupadaki firmanın burada monte edilen makineleri üstünde, zannedersem "Türk malı" diye de yazıyor. Ben de merak eder dururdum:

- Bunların neresi Türk malı, diye.

Şimdi anladım neresinin Türk malı olduğunu. Artık merak etmiyorum.

Etiler'e giderken sağda, bir koruluğun içinden geçerek Bebek'e inen bir yol var. Asfalt olarak başlıyor, toprak olarak, döne kıvrıla devam ediyor.

Renkli film çekmek için harika bir yer.

Bu filmi çekersem, bana:

- İçinde sosyalistlik olmayan bir bardak su ver, diye kart gönderen bir okuyucuma armağan edeceğim.

Yalnız korkarım, yine de memnun kalmayacak; lüks villaların civarındaki yıkık fıkara evlerine takılacak gözleri.

Ne yapayım ki, pikabı cızırtadan iğne; babamla gelecek torunlar arasındaki köprü ve mutlaka gıcır gıcır, çakı gibi olması gereken aletler; hep o fıkara evlerinin kaderinde yumaklaşıyor. Bu yumak çözülmedikçe; ne evdeki masa istediğimiz gibi olacak; ne montaj firmaları ve ne de soyulmuş elmayla, katı yumurta...

Plaklar cızırdamaya, cızırdamaya, cızırdamaya devam edecek.

Not: 33 yıl önce yazılmış bir yazı... "Akşam"dan...


Bu sayfa MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.. ile
Yöre Elektronik Yayımcılık A.Ş. işbirliğiyle hazırlanmıştır.