Fazilet Partisi'nin kapatılması, tam olarak, bu sütunda sıkça değindiğimiz bir duruma, siyasetin ve siyasi açıdan toplumun "sıfır noktası"na tekabül ediyor.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Öykünün temelinde "büyük değişim dalgası" yatıyor...
Son on yıl içinde çeşitli ekonomik, siyasal ve kültürel iç ve dış girdilerle "toplumsal taleplerin birbirinden ayrışması ya da çeşitlenmesi"nin, buradan hareketle "seçmen ittifaklarının farklılaşması"nın yarattığı bir dalgadır bu. Kürt sorununun "etnik kimlik" etrafında siyasileşmesi ve "İslami siyaset", gecekondularda yaşanan kültürel unsurları da içeren "yeni sınıflaşma eğilimi", bu dalganın siyasi tezahürleridir.
Birey, talep, hak kavramlarının kapsamını genişleten, bu kendiliğinden ve köklü değişim, toplumsal siyaset temelli bir yeniden yapılanmayı gerektirirken tersi olmuş, "siyasal sistem toplumun değişmesine ayak uyduramamış", bu değişimi kuşatamamış, yeni bir entegrasyon projesini devreye sokamamıştır. Değişim dalgası karşısında "aşırı dar kalan ve antidemokratik nitelikler taşıyan", daha doğrusu "farklılıkları ve farklılaşmayı kucaklayamayan" alaturka "vatandaşlık ve laiklik kurumları"nın örselenmesi, içinin boşalması ve çatışma nesnesi haline gelmesi bu koşullarda kaçınılmaz olmuştur.
Değişime direnen sistem, zamanla hakemlik kurumlarındaki örselenmeyi, toplumdaki ayrışmayı teşvik eder duruma düşmüştür. Ve en nihayet "toplumdaki bu ayrışma oy ve tercih olarak siyasete yansımış", siyasi alan iyice parçalı hale gelmiştir.
Örselenme ve ayrışma had safhaya gelince, yani ciddi bir "kaos", bir "cemaatleşme dalgası" ve bir "toplumsal mutabakat" krizi ortaya çıkınca, sistem bu kez değişimi hastalıklı kabul etmiş ve reaksiyon vermiştir.
Bu, 28 Şubat öncesi başlayan, 28 Şubat'la devam eden ve bugünlere uzanan bir reaksiyondur.
Reaksiyon önce "siyasete" yönelmiş, "siyaset kurumunun iktidarsızlaştırılması, asker vesayeti ve sorunların millileştirilip, devletleştirilmesiyle siyaset alanın daraltılması ve siyasi yelpazenin tepeden dizaynı çabaları"yla kendisini göstermiştir.
Ardından aynı yöntem topluma yönelmiş, temsili güçler ezilmiş, talepleri takibata uğramış, özgürlükler rejiminde gerek mevzuat gerek uygulamalar açısından müthiş gerileme yaşanmıştır. AB adaylığıyla bu kez "devlet içi kaos" belirmiştir. Steril siyasetin yaşadığı krize MİT'den yüksek mahkemelere, her kurumu kuşatan bir "yönetim krizi" eklenmiştir.
Bugün itibariyle bakıldığında, "toplum ve siyaset tüm örgütlenme olanakları"nı kaybetmiş, neredeyse tümüyle "sıfır noktası"na inmiştir. Öylesine ki; siyaset dürüst ve iyi işleyen devlet arayışıyla, toplum ise kamuoyuyla ikame edilir hale gelmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın "siyasi açıdan sembolik anlamı" işte bu "öykü"de yatıyor. Diğer bir deyişle bu karar, söz konusu "otoriterleşme ve bozulma süreci"nin yeni bir kilometre taşı olarak karşımızda.
Malum; şimdi ana beklenti, siyasetin yeniden yapılandırılması...
Sohbahar bekleniyor; kimisi gözünü Tayyip Erdoğan'a dikmiş, kimisi Kemal Derviş'e, bu arada "kamuoyunun beklentisidir, tam zamanıdır, mevcut siyaset tükenmiştir" diyerek siyasete girmeye hazırlanan çeşitli başka oluşumlar da bulunuyor.
Peki yeniden yapılanma hangi koşullarda olacak, bu yapılanma siyasete yeni isimlerin katılmasının ötesine nasıl geçecek? FP'nin kapatılması siyaseti biraz daha bölecekse, bu, "tüm partilerin küçülerek çoklaşması"ndan başka ne olabilir? Ya da "yeni siyaset; steril, temsil gücü budanmış ve toplumdan soyutlanmış siyasetten ne denli farklı olabilir"?
Evet olacak şudur:
Dar alana mahkum, toplumla bağlantısı kopuk "siyaset, daha da bölünecek"tir, bölündükçe "bu kez içeriden de iktidarsızlaşacak"tır ve yeni oluşumlar bu steril ve iktidarsız siyasetin kendisini üretmesini ifade edecektir.
Çünkü on yıl önce başlayan öykü ve "bozucu devlet vesayeti" kesifleşerek sürüyor.