kapat
28.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi


Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )

Kapıdaki pabuçlar

Konumuz kapıdaki pabuçlar...

Ya da, kamu alanında çıplak baş-çıplak ayak...

Olay ne kadar doğru aktarıldı, bilemem. Ama Sefa Kaplan'ın kitabında yer alan anekdot doğruysa, Derviş, Özal'ın ekonomi heyetinin bir toplantısına katılmak üzere Başbakanlık Konutu'na gittiğinde, kapının önünde yığılmış ayakkabıları, botları, postalları görünce kararını vermiş: Ben bu ekiple birlikte çalışamam

Kemal Derviş'i anlıyorum.

Bu duyguyu birkaç kez ben de tattım.

Bu bir, "ayrı dünyaların insanlarıyız" duygusu...

Farklılık, çeşitlilik, zenginlik, hoşgörü, demokrasi konusundaki bütün fikirlerden daha güçlü bir yabancılama hali...

Bundan yıllar önce bir seçim arifesinde Refahlı Belediye Başkanıyla röportaj yapmak için Sultanbeyli Belediyesi'ne gitmiştim. O kocaman ve olağanüstü çirkin binanın en üst katına kadar çıkıp da Belediye Başkanı'nın bölümüne geldiğimde, bir de baktım ki, kapı önünde pabuç yığılı. Görevlilerden biri önümde dizili erkek terliklerini gösterip pabucumu çıkarmamı istediğinde, nasıl oldum biliyor musunuz? - Sanırım- aynen, üniversite kapısı önünde başörtüsü çıkarılan kızlar gibi

Öyle çıplak, öyle cascavlak...

Daha önce binlerce defa başka ayaklara girip çıkmış terlikleri giymektense çıplak ayakla kalmayı tercih edip, yaz günü çorapsız ayaklarımla Başkan'ın görkemli odasına tıpış tıpış yürüyüşümü görmeliydiniz.

Röportajı yaptığım süre boyunca aklımı çıplak ayaklarımdan alamadım bir türlü. Konuşurken gözüm boyuna ayaklarıma takılıyor, takıldıkça onları koltuğun altına gizlemeye çalışıyor; fotoğrafçı arkadaşa "sakın ayaklarımı alma" diye kaş göz edip durmaktan bir hal oluyordum.

Benzer bir olayı bir kez daha Fethullah Gülen Okullarından birini ziyaretimiz sırasında yaşadım. Bu defa dayanamadım, ziyaret sonrasında okul yöneticileriyle yaptığımız dostça bir sohbet sırasında, duygularımı anlattım: "Belki siz farkında değilsiniz ama, sizin için başörtüsü çıkarmak neyse, benim için pabuç çıkarmak da öyle; ben de ayaklarımı mahrem bölge gibi algılıyorum ve herkese açık bir mekânda ayaklarım çıplak olunca kendimi çırılçıplak hissediyorum" dedim.

Nasıl şaşırdıklarını görmeliydiniz.

Hiç böyle düşünmemişlerdi, kendileri için çok doğal olan bir şeyin başkalarını bu denli rahatsız edebileceğini hayal bile etmemişlerdi.

Hemen girişe galoş koyacaklarını söylediler ve sanırım koydular da...

***
İlk bakışta küçücük bir ayrıntı gibi görünen bu "kapıdaki ayakkabılar" konusu, aslında, farklı hayat biçimleri arasında kocaman bir çatışmayı içeriyor.

Ve öyle oluyor ki; siyasi, ideolojik, dini, felsefi birçok noktada çıkan fikir ayrılıklarıyla başedebiliyorsunuz da, ayakkabıyı kapıda çıkarmak/çıkarmamak gibi küçücük bir alışkanlık karşısında birdenbire "ayrı dünyalar"a bölünüveriyorsunuz.

Çünkü, gerçek farklılıklar, soyut fikir tartışmalarında değil; bizzat günlük hayatta, günlük hayat üslubunda ortaya çıkıyor. Ve ne yazık ki, konu her zaman galoş koymak gibi, karşılıklı saygıya dayanan bir orta yol bulunarak çözülemiyor.

Farklı hayat biçimlerinin kesişme noktaları olan ortak hayat alanlarında kural konurken neyin normal neyin anormal sayılacağı, ne dayatmayla ne de oy çokluğuyla belirlenebiliyor.

Empati gerekiyor...

Sultanbeyli Belediyesi'nde bana terlikleri gösteren görevlide biraz empati duygusu olsaydı, "Böyle geçin" derdi, demedi; üniversite önündeki görevliler de demiyorlar.

Kamuya açık yerlerde "çıplak başı" dayatanlar, başörtüsünü kapı önünde bırakanların ne hissettiklerini anlamıyor. Tıpkı, başörtülülerin, ayakkabısını kapı önünde bırakmak zorunda kalanların hissettiklerini anlamadıkları gibi...

www.sigortam.net


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır