  
Sınav değil işkence..
Kısa süre önce küçük kızımın "lise" için girdiği sınavların kapılarındaydım, dün de büyük kızım için ÖSS'de.. İnsan beklerken, beklerken yaşlandığını hissediyor adeta. Öyle bir heyecan, bir stres.. Hepsi bu kadar değil tabii. Aynı heyecanı sınava hazırlık döneminde de aylarca yaşıyorsunuz.
"Ne olacak? Kazanabilecek mi? Kazansa bile puanı istediği okulu veya bölümü tutacak mı?" Soruları yüzlerce defa soruluyor, anne babalar tarafından rahatlatıcı cevaplar veriliyor.. Olmuyor. Bu çocuklar endişe dolu uykusuz gözleri, sapsarı yüzleriyle dayanılmaz bir stres içinde geçiriyorlar aylarını, yıllarını.
Özel öğretmenler zaten okumak için neredeyse "olmazsa olmaz" zorunluluklardan biri haline geldi.
Hele sınav yılındaysanız evlerde ayrı bir okul kuruluyor. Her derse bir hoca. Ücretler, saati 40-45 milyondan başlıyor, 70-80'e kadar çıkıyor. Çocuklar bir de özel okuldaysa yandı aile. Kenardaki, köşedeki bütün birikimler bir yandan okula, bir yandan özel hocalara.. Okulların çoğu durumu bildikleri için belli bir rehavete kapılmış durumdalar. Nasıl olsa kurslar ve özel hocalar var. Kendileri yetiştiremiyorlarsa onlar yetiştirir.
Ve sonra.. Çocuk eğer bunca emekten, ailelerin okula ve özel öğretmenlere oluk gibi para akıtmasından sonra iyi bir okula kapağı atabilmişse mezun olduğu okulun gurur tablosuna giriyor;
"Okulumuz mezunu filanca, falan okulu başarıyla kazanmıştır."
Artık o başarı ailenin mi, çocuğun mu, okulun mu, özel hocaların mı belli değil..
Sınava giren öğren sayısı giderek arttığı okul sayısı ise bir oran sağlayacak şekilde artmadığı için sorular da giderek inanılmayacak kadar zorlaştı.
Öğrenciler acınacak durumdalar. Çalışsalar bile sonucun hiçbir garantisi yok.
Bilgi Üniversitesi kurucusu Latif Mutlu TÜSİAD tarafından basılan "Eğitimin Finansmanı" kitabında çözümü açıklamış:
"Eğitimin yükünü mümkün olduğunca devletten alıp vakıflara, özel kişi ve kuruluşlara devretmek.. Vakıf okulları yanında Türk ve yabancı tüzel kişilerin açacağı özel okullara izin vermek."
Tabii ki bütçeden eğitime ayrılan fonu da arttırmak.
Türkiye'de 1999'da eğitime ayrılan pay 7.1 milyar dolar, bir yıl önce İngiltere'nin ayırdığı pay ise 63 milyar dolar.. Tam 9 kat daha fazla..
Oysa Türkiye'nin nüfusu 66 milyon, İngiltere'nin 59.. Üstelik Türkiye'nin genç nüfusu daha fazla. Yani bu rakamların yer değiştirmesi bile yeterli değil.
Peki bir ülkenin geleceği eğitim demek olduğuna göre bu zavallı durum nasıl sürdürülebiliyor?
Şöyle; koltuk kavgalarından, kısır tartışmalardan, yolsuzluklarla kaybedilen trilyonlardan eğitime sıra gelmiyor.. Başka ülkelerin hükümet programlarının bir numaralı maddesi olan eğitimin bizde lâfı bile edilmiyor.
Meclis'e 3 ay tatil??
Türkiye gibi, sorunlarının hiçbirine kalıcı bir çözüm getirememiş, krizden krize koşan bir ülkede her yıl Meclis'in aylarca yaz tatili var.
Neden? Kışın yapılan luzumsüz tatiler yetmedi mi? Hangi kuruluş bu kadar tatil yapabiliyor?
Meclis'in kısa bir tatilden sonra eğitim sorunlarına zaman ayırması, milyonlarca öğrencinin ve ailenin çektiği sıkıntıya son vermesi şart.
Ama nerede o sorumluluk?
Müzik, mehtap ve moda..
Son aylarda hepimiz ekonomik kriz telaşı ve moral bozukluğuyla öyle içimize kapandık ki eğlencenin adını bile anmak lüks oldu. Artık buna bir son vermek lâzım..
Dedikten sonra "Geçen Perşembe bir eğlendik, bir eğlendik" dermişim.. Şaka değil, gerçekten, kendim de şaşırdım ama, eğlendik.
Bir grup arkadaş, Türkiye'nin özgün çalışmalarıyla başarı kazanmış üç beş yıldız modacısından biri olan Ayla Dümer'in organizasyonuyla toplandık Moda Klübü'nde.
Yaz sezonunun özel bir toplantıyla açılış gecesiydi. Müzik, mehtap ve Moda biraraya gelince eğlence de kendiliğinden geldi. Birkaç saat için sorunları, ekonomiyi, siyaseti Modalılar gibi biz de unuttuk, ortama uyuverdik.
Atilla Demircioğlu'nun gitarıyla şarkıları Haziran akşamı serinliğini bile sildi, her zamanki gibi sımsıcak sarıverdi insanları. Hele Notre Dame müzikalinin ünlü şarkısı "Belle"i nasıl güzel söylüyor bilseniz..
Moda Klübü'nde Cumartesi akşamları barda Atilla, yemekte Ece var. Pazar ve Cuma akşamları ise farklı eğlenceler.. Klüp üyesi bir arkadaşınız varsa bir hafta sonu Moda Klübü'ne mutlaka gidin derim. Müziğin ve atmosferin güzelliği bambaşka..
Şaşırtan bir Zaga
Bu yazıyı Okan Bayülgen'in son Zaga'sının temasına uygun yazmaya karar verdim.
O espriler, o kendinden başka herkesi küçük düşürmeler, hele hele o sosis ketçaplama sahneleri bir harikaydı. Genç, yaşlı izleyen herkesin, gözleri faltaşı gibi açılakaldı.. Beğeniden tabii, başka birşeyden değil. Zekâsı ve espri anlayışı Okan Bayülgen düzeyinde olmayanlar anlayamazdı esprileri.. Hatta Zaga'daki "Zuzaylılar" gibi uzaylı olanlar anlayabilirdi ancak.
Örneğin Tarkan'ın fotoğraflarında görülen erkeklere kendi yüzünün fotomontajlanması ne ince bir espriydi. Hele bütün o kahkahaların, yüz eğmelerin arkasından "Yapılanlar özel hayata tecavüzdür, kınıyoruz" demesi nasıl takdir uyandırıcı?!
Bir sanatçı bir başka sanatçının zor duruma düşürülmesini ancak böyle ustaca (!) kınayabilirdi.
Aferin Bayülgen, umarız sen de beğenmişsindir bu çok özel programını.. Başarılı programların giderek korku filmine dönüşüyor ama boşver, bu da ayrı bir başarı. Kim ne diyebilir ki, kuralsız, ölçüsüz bir medyada herşey mubahtır nasıl olsa.
Ve ayrıca bizde her konuyu istismar etme, herkesi küçük düşürme, alay etme hakkı da başarıyla birlikte gelmez mi zaten!..
Senin için yıllar önce "Sokak çocuğu alışkanlıklarının yaygın olduğu bir ülkede başarılı bir 'Televizyon Çocuğu' olmak kolay değil" diye yazmıştım takdirle..
Yazık, ne demek istediğim hiç anlaşılamamış demek ki!
|