  
Toprağımız kızılca, mahsul verir kazınca..
ÖZET: Yazar, çocukken gittiği mandolin kursunda öğrenebildiği tek parçayı, hergün değişik bir yorumla icraya çalışırken hocası çileden çıkar.. Yazarı eşek Red Bull'dan gelene kadar döver.. Yazarın hassas ruhu yaralanır..
MÜZİĞE karşı yeteneksizliğimi kabul edemezdim.. Mandolin kursunun hocasından yediğim şiddetli dayak benim için caydırıcı değil tam tersine teşvik edici oldu.. Olaya daha bir hırsla sarıldım..
Oysa böyle yapmayıp ailemin hallerini gözden geçirsem, bu durumun sadece yeteneksizlik değil genetik bir sonuç olduğunu belki görebilirdim..
Temsil, babamın durumu..
- "Ayran içtim karnım şişti.." diye başlayan bir türkü vardır ya! Nakaratı da "Lorke.. Lorke.." diye geçer.. Babama göre bu parça atmışbeş yıldır listebaşıdır ve bunu aşabilen bir başka beste yapılamamıştır..
***
Zülfü Livaneli'nin kızı Aylin bu "Lorke" türküsünün İngilizce versiyonunu yaptığında babam tezinin haklılığına bir kez daha iman etti..
Uzun süre televizyon haberlerini dikkatle izledi.. Beklediği şey Londra'nın Picadilli meydanında "Lorke türküsü" eşliğinde halay çekerek Kraliçe'nin yaşgününü kutlayan İngilizleri görmekti..
Böyle birşey göremeyince de tezine "Anglo-saksonların müzikten anlamadığı" notunu ekledi..
Oynama şıkıdım..
Böyle bir genetik mirasla yola çıkarsanız, müziğe dair öngörüleriniz daima risk taşır.. Yaptığım tahminlerin tersine çıkması da beni yıldırmadı..
Bir tarihte Amerika'dan dönüyorduk..
THY ile uçtuğumuzdan uçakta çok tanıdık vardı.. Yol sırasında herkes kendi muhabbetini kurdu.. Ben de Belma Simavi hanımefendi ile birlikte oturmuş, çene çalıyordum..
Bir ara yanımızda Tarkan belirdi.. O da New York'tan dönüyormuş.. Biraz sohbet ettik.. O sıralarda ne yaptığını sorduk.. Yeni bir albüm hazırladığını, bu albümün lokomotifi olan parçayı bitirdiğini söyledi..
Parçanın adı da "Şıkıdım" imiş..
Belma Hanım "Aaa! Ne güzel.. Bize söylesene.." deyince Tarkan kırmadı.. Birkaç kişinin duyabileceği bir tonda Şıkıdım'ı uçakta bize söyledi..
Bugün dünyanın her tarafında söylenen bu şarkıyı belki de o gün ilk dinleyenlerden biriydim.. Ne yalan söyleyeyim.. Tarkan şarkısını bitirince içimden kocaman bir "Eyvaaaah!" çektim..
Gerçi çocukcağızın yüzüne karşı konuşurken "Çok güzel, çok sıcak bir parça.." türünden beylik iltifatları esirgememiştim ama aklımdan başka şeyler geçiyordu.. Tarkan'ı çok sevdiğimden;
- "Eğer bu parça ile milletin önüne çıkarsa aç kalır.." diye dertleniyordum..
***
Tarkan'ın İstanbul'a dönüşünden sonra bu değerlendirmeyi gazetede arkadaşlarıma da yaptım.. Arkadaşlarım, şarkı patladıktan sonra beni çok kafaya aldılar ama bunlar beni yıldırmadı..
Çünkü kariyerimde bir Tatlıses olayı vardı ki hayatım boyunca haklı çıktığım tek gözlemdir..
Ankara'da küçük gazetelerde sürünüp, büyük düşündüğümüz yıllardı.. Spor servisinde çalışan Cevat Cimilli adında bir arkadaşımız vardı.. Sanki spor muhabiri değil pavyon muhabiriydi..
Sabaha kadar pavyonlardan çıkmazdı bu yüzden Anadolu'nun bağrından gelen kim varsa önce o tanırdı..
Birgün bana "Selo gözünü seveyim şu haberi iki satır kullan.." deyip elime bir kağıt tutuşturdu.. Baktım kağıtta "Urfa'dan gelen genç yetenek İbrahim Tatlıses bugün televizyonun bilmem ne programında iki türkü söyleyecek.." yazıyordu..
İbo'yu kim patlattı?
Haberin hepsi buydu.. İyi de sayfayı yapan ben değildim.. Rahmetli Fahir Ersin'di.. Kendisi de bir trafik kazasında rahmetli olan Cevat'ın benden istediği, gecenin bir vakti haberi bir yere "korsan olarak" girmemdi..
O zaman televizyon tek kanal.. On saniye gözüken şöhret oluyor..
Gözümü karartıp haberi koydum, ertesi gün de evdekilere "Bakın o'nun haberini ilk ben koydum.. Bu İbrahim Tatlıses var ya! Büyük şöhret olacak.." diye iddiada bulundum..
Tatlıses'in patlaması bir ay içinde olup bitti..
O günden beri de onu kendim keşfetmişim gibi hava basarım.. Bu gözlemin doğru çıkması, onbir yaşında yediğim sanatsal dayağın yaralarına pansuman olur..
Arada bir köşemde sanatçılarla ilgili değerlendirmeler yapıyorsam:
- "Görgüsüz gelin kurnayı deler tasıyla.. Bet sesli kadın hamamı kapatır sesiyle.." türünden şeyler yazıyorsam, müzik kariyerimdki bu tek başarıya olan güvenimdendir..
***
İyi de.. Bu Comedy Clup olayına girdikten sonra kendime olan güvenim üçe beşe katlandı..
Televizyonda izlediğim, gazetede fotoğrafını gördüğüm herkese bir kulp takar oldum.. Hem gazino dünyasının Fahrettin Aslan'ıyım, hem de televizyon dünyasının Türker İnanoğlu'su..
O günlerde kızım Londra'dan tatil için gelmiş.. Onu araba ile bir yerlere götürüyorum.. Gözüm yolda rastladığım billboard'larda.. Eskiden onları hiç farketmezdim.. Şimdi acaba işime yarar mı diye gözden kaçırmıyorum..
Eros Ramazotti'nin billboard'larını gördüm.. "Geri zekalılar.." diye homurdandım..
Kızım ne diye söylendiğimi merak edince de billboard'u gösterdim..
İstanbul'da oturmayanlar için yazıyorum.. Eros Ramazotti'nin adını taşıyan bilboard'da saçları jöleyle kirpi derisine çevrilmiş bir oğlanın göğüs fotoğrafı var..
Oğlan da sinirli bir tip ki kötü kötü bakıyor.. Kızım "Kızacak ne var babaaa!" deyince açıkladım..
- "Böyle iç çamaşırı reklamı olur mu? Hani atlet, hani don? Tutmuşlar, bir tikiboy resmi ile afişi doldurmuşlar.." diye söylendim.. Kızım lafımı ağzıma tıkadı:
- "O iççamaşırı reklamı değil.."
- "Ya ne?"
- "Eros Ramazotti şarkıcı.. İstanbul'da konser verecek.."
Ne diyeyim şimdi.. Yutkundum.. Bu benim Şıkıdım olayından beri ikinci büyük yenilgimdi.. Ama gösteri dünyasına yeni girmiş biri olarak karakteri titretemezdim.. Üstelik kızımın yanında.. Ne olursa olsun kuyruğum teflon tava sapı gibi dik durmalıydı..
- "Hıh! Erosmuş.." diye homurdandım.. "Adam gibi bir şarkıcı olsa kendine don ismi almazdı.."
|