İcabında Türkan'ı vururum
Cüneyt Arkın, bir gazete patronunun "Türkan Şoray'la düzmece bir aşk yaşa, düğün gecesi intihar et, olay olsun" teklifine alaylı cevap veriyor: "Gerekirse gelini de vururum"
Bir insanın hayatında sanatla dolu dolu geçen 38 yılı olunca, anlatacak şeyleri de çok oluyor. Hele o insan Cüneyt Arkın'sa, bu 38 yıla 400'ün üzerinde film sığdırmışsa, hatıraları da anlatacakları da çok önem kazanıyor. Her bir filmin, her filmdeki her bir karenin de anısını kitabına taşıyan Malkoçoğlu zamanın en büyük gazetelerinden birinin patronuyla yaşadığı ilginç bir hatırasını, kaleme aldığı kitabı "Adını Unutan Adam"da bakın nasıl anlatıyor...
ZamanIn çok okunan, biri büyük ve ikisi boyalı gazetenin patronu söze şöyle başladı; "Önce Türkan Şoray'a aşık olacaksın, mektuplar yazacaksın, bir ara ilişkiniz olacak; bunu biz ayarlayacağız, her şeyi gerçeğe uygun düzenleyeceğiz. Ferhat ile Şirin olacaksınız. Okuyucuyu yüreğinden vuracağız. Sonra acı son gelecek, aşkınız bitecek ve sen intihar edeceksin."
"Tıpkı bir Türk filmi gibi" dedim.
'O zamanların Türkiye'sinde basının en büyük iki patronundan biriydi. İyi beslenmiş, sağlıklı, yaz-kış yanık tenli, şık giyimli, tatillerini Avrupa'da geçiren bir adamdı. Sülaleden gazeteciydi.
OKUYUCUYU SARSACAK AŞK
Gazetenİn satması için, benim hazin, uydurma bir aşk hayatı yaşayıp, intihar etmem gerekiyordu. Umutsuz aşkına dayanamayıp, uğrunda ölüme gideceğim Türkan Şoray da benden daha şöhretliydi. İkimizin aşkı okuyucuyu kalbinden vuracak, gazete kurtulacak, patron mutlu olacak ama ben intihar edecektim.
Patron, film çektiğim Diyarbakır'dan beni özel uçağı ile getirtmiş, limuzinlerle, mini etekli sekreterle karşılayıp, binbir ikramlardan, iltifatlardan sonra karşısına oturtmuştu ve teklifini yapmıştı.
"Tıpkı Türk filmlerinde olduğu gibi" dedim.
"Evet" dedi... "İşi öylesine allayıp pullayacağız ki, aşkınız bütün Türkiye'de konuşulacak."
ÖNCE GELİNİ VURURUM!
Birden heyecanlandı. "Aklıma dehşetli şeyler geliyor" dedi, "Sizleri evlendiririz ve intihar düğün gecesi olur." "Niye olmasın" dedim. "Ben intiharları severim, canım isterse önce gelini vururum." "Harika" diye bağırarak ayağa kalktı; "Gerçek bir sahne, yürek dayanmaz" dedi. "Gazete de milyonlarca satar" dedim. Kulağıma eğilip, "Böylece şöhretiniz ebedileşecek" dedi.
"Her şey iyi güzel de ben nişanlıyım, bir kadınım var. Türkan'ın da bir erkeği. Onlara ne diyeceğiz?" dedim. "Bir şeyler buluruz" dedi. Şu sözler dudaklarımdan döküldü: "Şöhretimiz için şerefimizle oynadık mı diyeceğiz?" Yürüyüp çıktım.
HALK "CÜNEYT" DEDİ
Bağırmaya başladı. "Teklifimi reddetmekle hayatının en büyük hatasını işledin. Ben hayır denecek adam mıyım! Diyeni bitiririm, göreceksin seni de bireceğim. Adını dünyadan sileceğim. Bittin sen..." Dediğini de yaptı; o boyalı gazetelerle beni bitirmeye çalıştı.
Sonra aniden çark etti. Hakkımda övgü dolu yazılar yazdırmaya başladı. Bir zaman sonra film çekmekte olduğumuz Kuşadası'na yapımcının misafiri olarak geldi. Akşam yemeğinde yanyana düştük. Ona bitirme savaşını neden bitirip "barışa" döndüğünü sordum. "Halk" dedi. Lokantada beni görmek için bekleyen kalabalığa baktı. "Şu kalabalığın gücüyle benim paramın gücü bir araya gelse ne mucizeler yaratırım" dedi. Mucizeler yaratır mıydı, yaratamaz mıydı bilmiyorum ama; o Türk halkının gücünü sonunda fark ettiği için, mükafat adına en iyi balığı seçip tabağına koydum. -
Cüneyit Abi nedir sırrın?
Köye girip de, arabadan indiğim anda meydanda toplanmış yüzlerce erkek beni çılgınca alkışlarken bağırmaya başladılar: "Süpermen Cüneyt Arkın, süpermen Malkoçoğlu, süpermenlerin süpermeni Cüneyit... Cüneyit... Cüneyit."
"Yahu ne oluyor demeye kalmadan etrafımı sardılar. Her biri, bir yanımı çekiştirerek soruyordu: "Nasıl yapıyorsun, nasıl yapıyorsun bu işi?" Şaşkınlık içindeydim kime dönsem aynı şeyi soruyordu. "Nasıl beceriyorsun, bu işi nasıl yapıyorsun?"
"Neyi nasıl yapıyorum?" demeye kalmadan hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. "Bize de öğret, bize de öğret."
KARATE SANDIM
Elbet en iyi bildiğim şey, ata binmek, üzerinde her türlü numarayı çekmek, kılıç sallamak, ok atmak, kargı uçurmak, gürz vurmak, kalkan tutmaktı. Ama burada bunların hiçbiri olmadığına göre, üstelik süpermen lafları ettiklerine bakılırsa, karate öğrenmek istiyorlardı.
Hemen önümde beni en çok mıncıklayıp bağıranlara şöyle hafiften birkaç tane çaktım. Sonra afilli bir kata çizerek diğerlerine giriştim. Pişmiş armut gibi, küt diye yere düşen düşene... Ama düşen de, kalkan da, ayakta olanlar da gene hep bir ağızdan bağırıyorlar. "Karate değil, karate değil, bize öteki numarayı öğret."
VAZİYETİ ÇAKTIM
Kan ter içinde durdum. Onları biraz kızgın ama daha şaşkın şöyle bir süzdüm. Koca herifler bile çocuk gibi bakıyorlardı. Hepsinin gözlerinin içinde bir "yaramaz çocuk merakı ve muzipliği" vardı.
Durum vaziyeti biraz çakmıştım. Ne de olsa süpermen Cüneyit'tim. "Derdiniz nedir arkadaşlar" diye sordum. Bir anda kasketli kafalar, ağzıma, burnuma, kulağıma fısıldadılar. "O işi nasıl beceriyorsun?"
"Hangi işi?" dedim. Bir an durdular, yaramaz çocuklar gibi birbirlerine baktılar, sonra daha da yaklaştılar ve hep bir ağızdan sordular. "Karıyı bir kere bile öpmeden, nasıl hamile bırakıyorsun?"
Mesele anlaşılmıştı. Bir zamanlar, Türk sinemasında, bazı kadın oyuncuların belli kuralları vardı. Bunların başta geleni de öpüşmemekti. Gerçekten bu filmlerde baş kadın oyuncularla öpüşmezdik, ama filmin sonunda en az bir-iki çocuğumuz olurdu. Türk köylüsünün bu Nasrettin Hoca mizahı ve şakacılığı beni her zaman mutlu etmiştir.
ÖPÜŞMEK YASAKTI
Cüneyt Arkın, "Yeşilçam'da bazı kadın oyuncularla öpüşmek yasaktı. Ama filmin sonunda çocuklarımız olurdu" diyor.
AŞK TEKLİFİNE 'NASLA' DEDİ
Gazete patronunun düzmece aşk teklifi üzerine Cüneyt Arkın şöyle cevap verir: "Benim bir kadınım var, Türkan'ın da erkeği... Onlara ne diyeceğiz? Şöhretimiz için şerefimizi iki paralık mı ettik diyeceğiz?"
Yağlı ip boğazımı kesiyordu
Fİlm icabı değil, gerçekten öldüm. Film icabı, idam ilmiğini boynuma geçirdiler, sonra ayağımın bastığı sandalyeyi bir tekmede devirdiler. Asılı kaldım, vurulmuş bir av hayvanı gibi çaresiz titredim.
Yağlı ip boğazımı eziyor, parçalıyordu. Son duyduğum acı bu oldu. Sonra ışıklar gördüm, hayatımdan binlerce hatıra, tarif edilmez bir hızla gözlerimin önünden geçti. Ardından tatlı bir uyuşukluk geldi. Belli belirsiz kendimi gördüm. Sonsuz bir beyazlığın içine düşüp kayboldum.
SET İŞÇİSİ OLMASA
Fİlm icabı değil, gerçekten öldüm. Öldüğümü bir set işçisi fark etmiş, çığlık çığlığa koşturup, ayaklarıma sarılıp, vücudumu yukarı kaldırmış. Sonra ötekiler gelip beni kurtarmışlar. Hemen orada kalp masajı yapmışlar ve arada sunni teneffüs... Ambulansta da tedavim devam etmiş. Gözlerimi hastanede açtım. Doktor gülümsedi. "Öteki dünyaya gidip geldiniz Cüneyt Bey" dedi, "Ölmek nasıl bir şey, ölürken neler yaşadınız?"
RUHUMA İŞLEDİ
Film icabı bile olsa gün doğumunun alaca karanlığında idam sehpalarının; o zalim, ölüm kokan, insafsız, kapkara silueti insanın içini ürpertiyor. Hele yağlanmış idam halkasına asılı ölmek üzere olan bir insan vücudunun çaresiz çırpınışları gibi, sabahın yelinde hafif hafif titremesi, korkunç bir kabus gibi insanın ruhunun derinliklerine işliyor. Film icabı bile olsa, o yağlı ilmiğin boynuna geçirilmesi, sahiciymiş gibi insana ölüm korkusu yaşatıyor.
"Ölürken neler yaşadınız?" diye merakla soruyordu doktor. Hiçbir şeyin yaşanmadığı son an... Ama... İşte ben bu "ama"yı hâlâ yaşıyorum.
GEORGE ARKIN, LEE ARKIN VE DİĞERLERİ...
Asıl adı Fahrettin Cüreklibatur olan oyuncu, şöhreti Cüneyt Arkın ismiyle yakaladı. Arkın'ın filmleri dünya sinemalarında da gösterildi ama, küçük bir farkla... Bu filmlerin afişlerinde, Arkın'ın adı Fransa'da George Arkın, İtalya'da Steve Arkın, Çin'de Lee Arkın, İran'da ise Fahrettin Arkın olarak yer alıyordu.
Malkoçoğlu'ndan gençlik şiirleri
YalnIzca anılarını yazmamış Arkın, daha sanat dünyasına adım atmadığı günlerde şiir de yazmış. O şiirlerinden bazılarına, her sayfasını büyük bir keyifle okuyacağınız kitabında da yer vermiş. İşte Arkın'ın önümüzdeki günlerde Kabalcı etiketiyle çıkacak "Adını Unutan Adam" kitabında yer alan birkaç şiiri:
Elden düşme
Dargın
Eylül filmlerinde
Apansız vurulmuş, yaralı
Gittim.
Bir başıma sürgünlere
Sonra bakışlarında bir dünya yarattım
1954 Eskişehir
Ne aşkı, ne günahı biliyorum.
Ömrüm çırılçıplak ellerimde durur.
O kızın penceresinden deniz görünür
Sevmek lazımdı, sevmedik
Ölmek lazımdı, ölmedik
Kendi gölgemizi
Oynattığımız bir Karagöz oyununda yaşadık
Ben daha sevmeyi neyleyeyim,
Binlerce can çekişirken içimde
7 Nisan 1962
BİTTİ-
|