kapat
10.06.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Garildi
 

İyi ki Matbuat yok!


Hiç ilgim yok ama kırıldım. "Bir dönem"in ünlü gazetecisi Bedii Faik'in her şeyi, herkesi kolaylıkla kaleme ve diline dolamasına!
Başta Attila İlhan'a ilişkin iddialarındaki üslubuna, Çetin Altan'la ilgili söylediklerine, tabii ki Hıncal Uluç'a yönelik sözlerine.

Ne ilginç ki Bedii Faik de, Attila İlhan da, Çetin Altan da "Bir Yudum İnsan" için hatıralarına yolculuk yaptığım isimler...

Yani her üçünü de "çok iyi" tanıdım. Ama Bedii Faik, ağzını açıp, gözünü yumunca, diğerleri adına kırıldım ve dayanamayıp kaleme sarıldım. (Geç de olsa!)

Üslup bu mu olmalıydı, şair Attila İlhan, kasketi kafasında ahkam kesen bir adam mı (!), "kendini iyi yutturmuş" bir sanatçı mı, kapıdan içeri sokulmaması gereken bir yazar mı, sürekli halt işleyen biri mi?

Ya da Çetin Altan'dan, "Solcu iken daha iyi kültür satardı, solculuğu bitince mevcut benzinle gideceği yere ulaşmaya çalışan arabaya döndü" diye mi sözedilmeliydi?

20 yıldır "matbuat"ta görmediğimiz bir "eski yazar" ve "duayen", anıları okunsun (!) diye kendi kuşağından şair ve yazarlara neden böylesine öfke dolu olur, zarif olmayan bir üslupla saldırır? Neden?

Bilmez mi ki yazarlar bir gün anılarıyla da yargılanırlar? Ve de anılarını bunu bilmenin zarafetiyle kaleme almaları gerekmez mi?

Evet, biliyorsunuz, Bedii Faik, "Matbuat, Basın, derkeen. Medya" isimli bir kitap yazdı. Doğan Kitap'ın yayınladığı kitap dört cilt olacakmış. Ama Faik, (birinci cilt için) röportaja gelen Tempo muhabirine, "üçüncü cilt"te bahsedeceğini söylediği Attila İlhan için çeşitli iddialarda bulunuyor, yetmiyor, hakaret ediyor... Aynı mütecaviz üslubu, diğer yazarlar için de kullanıyor. Ama bunların hiçbiri kitapta yok! Sonra... Çetin Altan, tek satır yanıt verme gereği bile duymuyor. Attila İlhan, Cumhuriyet'teki köşesinde o yıllardan sözederken, "şair üslubu"nu bozmuyor ve sürekli olarak "Bedii Faik Bey" diye hitap ediyor kendisinden, olayı kişiselleştirmiyor.

"Her konuyu biliyor!" diye "suç"ladığı Hıncal Uluç'sa, uzun bir yazı kaleme alıp, şapka çıkardığım bir üslup dersi veriyor Faik'e ve saygıda kusur etmiyor hiç...

Pekiii... Üslup diye dövünüp duruyorum da bugün size eski zamanlardan yine "bir Bedii Faik üslubu" hatırlatayım mı? Daha doğrusu bir Necip Fazıl-Bedii Faik polemiği. Ötesini siz düşünün. (3. cildin tüyosu olacak ama kusura bakmasın Bedii Bey!)

1962'nin başları.
Necip Fazıl, Selim Ragıp'ın Son Posta'ında yazmaya başlar. (Çetin Emeç'in babası olan Selim Ragıp Emeç de, tutuklu olduğu Kayseri Cezaevi'nden henüz çıkmıştır. Göz rahatsızlığı nedeniyle cezası tecil edilmiştir.)

Necip Fazıl, ilk yazısında cezaevinde geçirdiği sıkıntıları anlatır. "Kırmızı yakalı zindan bekçisi, adımı unuturum seni unutmam! Kırmızı'yı hiçbir yerde affedemedim" diye, cezaevi yönetiminin sertliğinden sözeder.

Bedii Faik ertesi gün kaleme sarılır ve Dünya Gazetesi'nde "Bir Kahpelik karşısında" başlığıyla özetle şunları yazar; "Bir yobaz bozuntusu Atatürk'e hakaret edip birbuçuk yıl hapis yatmış ve sonra çıkar çıkmaz, daldığı zulmeti Tanrının bir ihtarı olacak görecek yerde, el yordamıyla dahi zulmün peşinden yürümekte ısrar eden bir başka zavallının gazetesinde, (Selim Ragıp Emeç'i kastediyor) Atatürk'ün ordusuna, kurmaylarına "zindan bekçisi izbandut" diyebilmekte. Zerre kadar haysiyetten nasibi olan bir insan, değil, kendi ordusunun kurmaylarına, bir düşman ordusunun subaylarına dahi bu kadar hayasızca saldıramaz. Ve daha hazini, bu çakal ulumasından bugüne kadar tam altı gün geçtiği halde, Türkiye'de hiçbir makamın tek kıpırtı göstermemiş olmasıdır. Yazıklar olsun. Bu köpek ulumaları..."

Aman Tanrım! Okurlar tam bir savaşın içine düşer. Necip Fazıl'ın yanıtına bakın şimdi!

"Babıali'nin Bab-ı adi cephesinde Dünya isimli, çöp tenekesi boyunda bir klübeye sığınmış bir köpek vardır ve adı Bedii Faik'tir. Dökük kıllarının her kökünde uyuz kabartıları zıpzıplaşan ve ruhundaki cerahat ağzından dökülen ve hokkasını dolduran bu adi hayvan, fikir adına, hiçbir mahalle itinin tenezzül etmeyeceği küfürlere kadar düşer. Büyük çileler sonu gözlerini kaybeden Son Posta sahibine "Kör" diye küfredecek kadar alçalmış bu hasta köpeğin..."

Evet, bir kez daha sıkı durun Bedii Faik'in Necip Fazıl'a "son" yanıtı "tarih"e geçecek düzeydedir. Ve ertesi gün Dünya okurları, Faik'in şu yazısıyla karşılaşır.

"Babası, belki krizleri hafifler diye evlendirdiği beslemeye daha zifaf gecesinin sabahında iman tahtasına çökerek, "Hani çocuk! Çocuğumu isterim" diye uluyan bir deli. Ve deli olmasaydı, değil ilk gününde istemek, binlerce dokuz ayı dahi pek kısa bulacağı muhakkak olan o acele beklediği çocuk da kim biliyor musunuz? Necip Fazıl denen deccal yamağı! Soyuna has pişkinlik içinde cinayetini tevile kalkmış. Din ticaretinde sömürdüğü biçarelerin paralarını kumar masasında yerken yakalandığı zaman da; "Ben kumarın kötülüklerini yakından tetkik ediyordum" diyebilecek kadar utanmaz bir şarlatandır bu! Tanrının verdiği ihtarı anlamamazlıktan gelen patronuna gelince Tanrı cezasını vermiştir!".

Yaaa. İşte öyle sevgili okurlar... Biz, siz hepimiz; oturur bazen nostaljik rüzgarlar estirmeye çalışırız sofralarımızda. Matbuat döneminden, Bab-ıali'den keyifle sözettiğimiz olur. Doğru yanları çoktur ama ben bu üslubun ağırlıkta olduğu "matbuat"ı özlemiyorum doğrusu.

Hatta, "Matbuat, Basın, derkeen Medya"nın ikinci, üçüncü, dördüncü ciltlerini kaleme almaya başlayan Bedii Faik'ten anılarını tazelerken (!) kaleminden "kan" damladığı günleri "es"geçmesini istiyorum. Gazeteci adayları hatrına!

www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır