Bütün albümlerinizde bir şeyleri yitirmişliğin, kaçırmışlığın hüznü var...
Benim farkım kendimi yazıyor olmam. Bu yüzden doğru tespitlerde bulunulabiliyor ve bu hoşuma gidiyor. Bazıları hoşlanmaz ama benim hoşuma gidiyor. Böylece insanlara milyonlarca hayat içinde böyle de bir hayat var diyebiliyorum. Evet, hayatı hep hüzünlü, efkarlı, yenilmiş ve bir şeyleri kaybetmiş olarak görüyorum.
Kendinizi neden yenilmiş değerlendiriyorsunuz, bir şeyleri yitirmiş olmak yenilmişlik midir?
Bu bir değerler ve değersizlikler meselesi. 33 yaşıma gireceğim 10 Ekim'de ama 32 diyelim kulağa daha hoş geliyor. Bugün popüleri tüketen nesille aramda iki kuşak var. Ben bundan kendimi kurtardım. Kendimi yenilmiş görmemin nedeni kişisel değil. Bizim inandıklarımız vardı.
Neydi inanıp da yitirdikleriniz?
Mesela aşkı göremiyorum. Etrafımda birbirine aşık olan tek çift yok. Ya da aşk birden en büyük değer olarak karşımıza çıkıyor! Her şey her an tepetaklak olabiliyor. Çünkü insanlar çok amaçsız, idealsiz. Her biri uçurum kenarında. Biz öyle değildik ve benim de görmek istediğim bu değildi.
Bir zaman makinesi olsa da 60'ların o 'inançları yüksek zamanları'na dönsem diyor musunuz?
Yo hayır... Keşke 1800'lerde İtalya ya da Fransa'da olsam diyorum.
* Buram buram aşk, romantizm...
Evet, aşk ve romantizmin adamıyım. Bunun en büyük nedeni dinlemiş olduğum müzikler.
Çıkışınız Özdemir Asaf'ın 'Lavinia' şiirini bestelediğiniz parçayla olmuştu. Çok Lavinia bestesi oldu ama sizinki tuttu. Sizce neden?
Gitar çalan herkesin bir Lavinia bestesi olur. Benim bildiğim 30 tane var. Hiç şiir bestelememiştim. Bir kez denedim çünkü başkasının yazdığı bir şiiri bestelemek riskli. Bir daha dener miyim bilemem, ama şiirsellikten vazgeçmem. Lavinia, Özdemir Asaf'ın en anlaşılır şiiri. Birçok kişi bu şiirin ona ait olduğunu dahi bilmiyor. Canlı yayında bir sunucu bana "Lavinia'yı ne güzel yazmışsınız" demişti...
Sözlerinizde şiirsellik aramanızın, içinizde adı soyadı olan bir başkasını taşımanızın anlamı ne?
Benim hayatla bir derdim var. Keşke olmasaydı ve ben de "Kuzu Kuzu" gibi bir albüm yapsaydım. Ama o türlü olabilir miydim? Onun avantajlarını kullanarak yaşayabilir miydim? Çok popüler olmayı sindirebilir miydim?
Biri sizden imza istese utanacak gibisiniz. Akla 'profesyonel müziği nasıl seçti bu adam!' sorusu geliyor?
Kesinlikle doğru, utanıyorum. Üniversite yıllarında gruplarla müzik yapardım. Sonra mezun olduk, başka bir dünyayla tanıştık, kariyer falan, ama bana hiç hiç hitap etmedi. Tesadüfen kendimi profesyonel müziğin içinde buldum. Şarkı söylemek ve yazmak çok farklı bir duygu, anlatılabilir türden değil. Daha popüler olmamak benim tercihim. Bundan fazla bir paylaşım yoğunluğunu kaldırabileceğimden emin değilim. Ya da binlerce kişiye imza verseydim, utanamazdım.
Trajediye seviniyorum
Bir mekanınız var mı?
Gökçeada. Her yıl birkaç kez giderim. Orası çok uzak, fırtına çıkınca dönemeyebiliyorsunuz. İnsanın doğa karşısındaki çaresizliği var orada. Askerliğimi orada yapmıştım, bitirdiğimde günlerce feribotun kalkmasını beklemiştim. Vahşi ve bakir... Türk - Yunan ilişkilerinin bıraktığı tatsızlıkların da izleri var. Yani tam benlik bir yer; hüzün, yalnızlık, trajedi. Benim ruhumun yeri Gökçeada.
Şiir dışında ne okursunuz?
Roman az okurum. Psikoloji kitapları. Bana daha çok yaşanmış hayatlarla ilgili sonuçlar gerek. Hele bu trajedi olunca çok seviniyorum.
Hiç size 'aklından zorun mu var' diyen olmuyor mu?
Hayır, ama hayata dair bazı kaygıları geride bıraktım. Geleceğe dair planlar yapmayı anlamsız buluyorum. Her an her şey olabilir. Tabii bu, günü sorumsuzca yaşamak demek değil. Benimkisi, "kirada oturuyoruz ve ev sahibimiz deli" durumu. Dünyayla ilişkim bu. Her an kapının önüne konulabiliriz. Bu yüzden dış dünyanın beni yormasına izin vermeden içimdekiyle yetiniyorum.
BUKET AŞÇI