Birkaç gündür sabahları uyanıp pencereyi açtığımda içeri Ege'nin kıyıdaki zeytinlikleri yalayıp içerdeki dağlara doğru ilerleyen deli rüzgârı giriyor sanki...
Ya da bana öyle geliyor!
Sokağa çıkıyorum. Arabanın kapısını açarken kendimi bir benzin istasyonunda gibi hissediyorum; hani on metre ötedeki otoyoldan tırlar geçiyormuş gibi...
Ama içimde hâlâ tatil özlemi uyanmadı; yolculuğun çağrısı hâlâ ses vermiyor...
İlk kez bu yaz başında çevremdekilerin tatil planları yapmadıklarını gözlemliyorum. İlk kez sohbetlerimize seyahatlere, turizme, tatile ilişkin tatlı hayaller, planlar girmiyor.
İlginç ve önemli işaretler bunlar!
Turist sayısının artışı, konaklama tesislerindeki doluluk oranının yükselişi ve gelecek dolarların göz parıldatan gerçekliği bırakalım Hazine yetkililerinin, bütçe planlamacılarının ve kriz yorumcularının ilgi alınında kalsın!
Ama iç turizmde çok farklı bir yıl yaşanacağı kesin.
Oysa iç turizm, ülke insanlarının keyfi, mutluluğu, bilgisi ve görgüsü ile doğrudan ilgili bir sektör...
Orada bir sorun var. Ve hiç de hafife alınacak türden değil.
Dışardan gelecek paralar krizi atlatmamıza yardımcı olabilir, tamam. Fakat değil uzaklara, zamanında milyarlar sayıp aldıkları "ikinci evleri"ne bile gitmeye mecali kalmamış bir halkın ruh durumunun iyi sayılmayacağı da kesin...
Aslında bunları yazmak için klavyenin başına oturmadım.
Planım şu: Önümüzdeki birkaç gün turizm ve turistliğin "öteki yüzü" üzerine bir şeyler karalamak istiyorum.
Nedir turist olmak? Vur patlasın, çal oynasın mı? Turist, parasıyla ne satın alır? Neden "aptal bir yaratık"tır turist?
Bunun gibi sorulara yanıtlar arayacağım.