  
Hangisi topluma zararlı?
Tarkan'ın özel eşyaları arasından çalınan fotoğraflar medyada önemli bir tartışmayı yeniden başlattı.
"Medyanın kişilerin özel yaşamına bu kadar girmeye ve hatta çalıntı olduğu bilinen fotoğraf veya görüntüleri yayınlamaya hakkı var mı, yok mu?"
Bu soru, şu sıralarda internetteki web-sitelerinin de RTÜK yasalarıyla denetlenmesi konusuyla bağlantılı olduğu için daha da büyük önem kazanıyor.
Görsel basın olsun, yazılı basın olsun, internet olsun medya konusunda iş yapan herkes yayıncılık kurallarına da uymak zorunda olacak.
Haberi veren kuruluş hangisi olursa olsun verdiği haberin ve basın yasalarının sorumluluğunu, yaptırımlarını da taşıması, hesaplaması gerekecek.
Peki bu fotoğrafların TV ve gazetelerde yayınlanması, basın etiği açısından doğru mu?
Doğruyu ATV, Kanal D ve NTV Haber Genel Yayın Yönetmenleri açıklamışlar;
ATV'den Mehmet Tezkan; "Eğer bu poz, kamuya açık bir yerde, bir medya mensubu tarafından çekilseydi, hiç düşünmez yayınlardım. Ama özel bir mekânda çekilmiş ve Tarkan'ın özel eşyaları arasından çalınmış.."
Kanal D'den Tuncay Özkan;
"Fotoğrafları pazarlayan kişinin aradığını duyunca 'Bizim yayıncılık ilkelerimize uymuyor. Bizim anayasamız var. Ünlü veya ünsüz, özel hayatlarının bizi ilgilendiren tarafı kamuya açtıkları kısmıdır" dedim. Özel hayatları yargılama hakkımız yok."
NTV'den Cem Aydın;
"Kesinlikle yayınlamazdık. Kişilerin özel hayatının yayın ilkelerimiz doğrultusunda korunması gerekiyor. Medya mağdurlarının sayısı her geçen gün artıyor."
Burada anahtar cümleler:
1- "Medya mağdurlarının sayısının her geçen gün artması."
2- Bu fotoğrafların çalıntı, özel fotoğraflar oluşu ve bunları habersiz kullanmaya kimsenin hakkının olmaması. Hele de olayın içinde bir "şantaj"ın varlığı.
O zaman fotoğrafları ilk kez yayınlayan TV kanalı gibi, onları ilk sayfasından veren gazeteler de yanlış mı yaptılar?
Eğer kendimizi gerçekçi şekilde eleştiriyorsak cevap "Evet" olmalı.
TV'nin rating telaşı gibi gazeteler de aynı yanlışı tiraj uğruna tekrarladılar.
Ölçü buysa, para kazanmak bu kadar kolaysa ve hiçbir kural da yoksa o zaman isteyen alsın eline video kamerasını veya fotoğraf makinesini başkalarına hayatı zindan etsin..
Birileri de rating yapsın, tiraj yapsın.
Şimdi bir başka tartışma ortaya çıktı; "Sanatçıların özel yaşamlarının bu şekilde açıklanması topluma zarar veriyor mu ve bu nedenle sanatçı suçlanabilir mi?"
Eğer sanatçı kendi isteğiyle topluma, gençlere kötü örnek yaratacak bir olayı gözler önüne seriyorsa herkes bu konuda istediği yorumu yapabilir. Ama sanatçı saygılıysa, buna rağmen özel eşyaları arasından çalınan özel belgeler rahatça medya tarafından kullanılıyorsa burada topluma zarar veren medyanın ta kendisidir.
Ve Türk medyasının da artık iğneyi kendine batırma zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmiştir. Hem Avrupa ülkesi sayılmak isteyip, hem de tipik bir üçüncü dünya ülkesi kuralsızlığını ne zamana kadar sürdürebiliriz ki?
Büyük toplantı 30 Haziran'da
Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Aygün 1 Haziran'daki "Yeniden 1 Dakika Karanlık" başlıklı yazıma teşekkür eden bir mektup göndermiş ve bu yazıda belirttiğim isteğin tam da şu sıralarda gerçekleşmek üzere olduğunu bildirmiş.
O kadar uzun bir süredir, katıldığım tüm sivil toplum kuruluşu toplantılarında ve köşemde bu kuruluşların toplu şekilde hareket ederek milletin isteklerini daha yüksek sesle duyurmaları gerektiğini söylemekteydim ki bu beni fazlasıyla mutlu eden bir haber oldu.
Ankara Ticaret Odası'nın öncülüğünde ve ev sahipliğinde 30 Haziran 2001 tarihinde 300 sivil toplum kuruluşu "Toplumsal Değişim ve Dönüşüm Buluşması" adlı bir günlük kurultayda, STK'nın kurultayında; sivil Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Yasası, yerinden yönetime geçiş, çağdaş bir Medeni Kanun ve tam yargı bağımsızlığı "Demokratikleşme" başlığı altında; yolsuzluk, kayıtdışı ekonomi, savurganlık ve verimsizlikle mücadele, toplumsal denetim-hesap sorma gibi konular ise "Güçlü Ekonomiye Geçiş İçin STK'nın Yol Haritası" başlığı altında ele alınacak. Devletten birşey beklemeden, toplumun çözümün parçası olmasının çaresini arayacak olan toplantıya bütün STK'nın (TÜSİAD dahil) katılması sonuca çok daha çabuk ulaşılmasını sağlayacaktır.
CASA'lar emniyetliymiş!
38 genç aslan gibi askerimizi arka arkaya, CASA uçaklarıyla yapılan uçuşlarda kaybettik. Tabii haklı olarak da sorduk; uzmanların "uygun değildir" raporu vermesine rağmen, birçok ülkenin güvenli bulmadığı için kullanmamasına rağmen neden alındılar?
Özellikle kötü hava şartlarında kullanılmasının sakıncalı olduğunu pilotların da bilmesine ve söylemesine rağmen neden kötü havalarda da uçmaları isteniyor diye sorduk.
Genelkurmay geçenlerde açıkladı;
"CASA uçakları güvenlidir ve çok sayıda ülkede kullanılmaktadır."
Bu açıklamanın arkasından bir başka açıklama gelmeli şimdi.. Güvenli olduklarına göre kısa süre içinde Türkiye'de üç CASA uçağının düşmesi nasıl gerçekleşebildi?
Üç kazanın da açık seçik nedenleri..
Milletin ve özellikle kaybedilen ordu mensuplarının ailelerinin bunu duymaya hakkı var. Soruyoruz!
|