  
Sen, ben yok, ilişki var!
Terk edilmişti...Gerçi bu konuda kafası karışıktı. (Artık "eski" olan) sevgilisinin haline tavrına baktıkça durumunu pek anlayamıyordu...
Belki Perihan Mağden'in geçenlerdeki yazısını okumuş olsaydı, kafa karışıklığını bir parça olsun, üzerinden atardı: Mağden hızlı bir keskinlikle "Kadınlar terk etseler dahi, daima terk edilmiş hissederler kendilerini: kronik kadınlık hali" diyordu.
Doğruydu.
Arkadaşımı serseme çeviren de ara sıra eski sevgilisinin "kronik kadınlık hali"nin seyircisi olmak zorunda kalışıydı. (Ah, şu modern hayat!)
Fakat ben asıl... Hâlâ genç ve yakışıklı olan bu adamın kolumu sımsıkı kavrayıp söylediği şu sözlere takıldım:
"Ayrılmamız o kadar koymadı bana. Yavaş yavaş hazırlanıyorduk buna! Fakat ne koydu biliyor musun en çok? Teklif ettiğimde "asla gitmem" dediği yerlerde her akşam yiyip içip eğlenmesi... Üstelik, benimleyken hiç sevmediğini söylediği yemekleri mönüde bulup istiyormuş, bir ortak arkadaştan öğrendim!"
Ona bu küçük "hainlikler"in kadın-erkek ilişkilerinin "baharatı" filan değil, "özü" olduğunu; bu yüzden de kırıcı ve yıkıcı biçimde değerlendirilmemesi gerektiğini anlatmaya çalışmam yersiz olurdu!
Anlatmadım.
Kendime de anlatmakta zorlanırım zaten hep.
Herkesle aynı şeyi yiyecek, herkesle aynı "aşk" veya "dostluk" şarabını içecek, herkesle aynı muhabbeti yapacaksak... Ne anonim; ne kadar "genel" bir hayat olurdu, kendimize binbir hayalle kurup yarattığımız özel alanlarımız!.. Değil mi?
Ve bazen bir önceki ilişkinin anılarından, daha önce açılmış yaralardan kaçmanın, hatta hâlâ süren bir aşkın "boğuculuk"larından uzaklaşmanın yolu budur: Adresi değiştirir gibi, haz ve eğlence alışkanlıklarını değiştirmek. "Cebini kapatır, kaplama alanının dışına çıkar" gibi çıkıvermek eski beğenilerin, eski tercihlerin alanından...
Çünkü ne kadar öyle olmasını istersek isteyelim; sen, ben yok aslında. İlişki var; ilişkinin kendi doğası, kendi ruhu, kendi hayatı var...
***
Bizler belki de birbirimizi değil, açıkçası farklı tercihlerimizi, farklı çekicilikteki zevklerimizi, farklı ilgi alanlarımızı seçiyoruz. Ve buna "birbirimizi seçtik" diyoruz...
Bu seçim bittiğinde, yerini taban tabana zıt seçimler de alıveriyor; yani "küçük hainlikler" bile değil, çok can yakan "jiletler" ve ana yoldan "sapışlar" devreye giriyor.
(Belki bu oyunculuklar, sosyal flörtler, ruhumuzun sırtını sıvazlatmalar arasında asıl aşkı kaybetmenin eşiğine geldiğimizi farkedersek anlıyoruz, birbirimizi gerçekten seçip seçmediğimizi... O zaman da çoğu kez geç kalınmış oluyor!)
Bu konuya neden girdim?
Şundan...
Gündelik medyada da, daha kıyıda kalan edebiyatta da, siberuzayın derinliklerinde de; aşk aşağı, aşk yukarı, birbirinden parlak fikirler, insanın yüreğini kabartan duygular kaleme alınıyor.
Aşk edebiyatı çok sağlam kalemlerin önünü açtı son yıllarda. Aşktan söz etmek nice yazarın "soğuk" bedenini okurlarına okşatmasına imkân tanıdı.
Ama hep aşıklar var bu yazılarda...
Hep gönüllerin şimşekler çaktıran çarpışmaları var bu yazılarda.
Hep kadının ve erkeğin elinden tutup onları birbirine götüren "çöpçatan" ifadeleri...
Ben de diyorum ki, biraz da ilişkilerin arka yüzünü, aşkların "aşksız" yanlarını anlatalım.
Dişimizi sıkalım biraz... Güzel sözlerin büyüsüne kapılmadan yüzümüzü ilişkilerin kimyasıyla kirlenmiş aşk sularında yıkayalım...
Var mısınız?
İnternete resmi disiplin
RTÜK Yasası içine yerleştirilip interneti valiliklere, kaymakamlıklara, bakanlıklara, etkili ve yetkili şuna buna, velhasılı zapturapta bağlamayı hedefleyen yeni düzenlemeler üzerine daha çok yazarız.
Soyut geleceğin ufkuna doğru bakmak değil, insanda Moda burnunda durup Marmara'nın sığ ufkuna bakma hazzı bile bırakmayan bu zihniyet üzerine yazsan ne olur gerçi, yazmasan ne olur!
Şimdilik şunu vurgulayayım:
Nasıl oluyor da, hakkında yasa bina ettiğimiz şeyleri tanımaktan bu kadar uzak olabiliyoruz?
Nasıl oluyor da, zapturapt deyince bu kadar köreliyor gözlerimiz?
Merak ediyorum, bu yasayı onaylayacak beylerin bilgisayarın en zor yönlerini "oyuncak" haline çeviren çocukları, tanıdıkları filan yok mu?
Yani internet öyle bir şey ki...
Hangi şaşkın yetişkin, bu çocukların iki saat içinde siberuzayın bir dalından ötekine atlayan zihin becerilerine zincir vurabilecekmiş, şaşarım...
İnternet üzerinde resmi disiplin kurma çabası Saddam'ın aşk romanı yazmasından daha komik hale gelebilir zaman içinde...
Sadece vakit kaybı olur!
Sadece moraller bozulur. (Üstelik kimlerin moralleri? Hep "üzerlerine titrediğinizi" söylediğiniz gençlerin moralleri!)
Bence bu işten vazgeçin ve internet için ayrı ve özel bir yasa çıkartın. Bu kadar basit!
AYNA
Bir yenenin, yenilene verdiği öğütleri dinlemezdim ben olsam.
HALİL CİBRAN
|