  
Rektörler boşa kürek çekiyor
Üniversitelerin on trilyonluk araştırma fonlarının bütçeye dahil edilmesi kararı, bardağı taşıran damla oldu. Şimdi, rektörlerin "isyanı" konuşuluyor. Cuma günü Ankara'da toplanacak olan 53 üniversite rektörü bir dizi eylem planlıyorlar.
Önce bir deklarasyonla üniversitelerin içine düştüğü durumu halka anlatacak, sonra cüppeleriyle Anıtkabir'i ziyaret edecek, Çankaya'ya çıkacak ve son aşamada ise istifa edeceklermiş.
Bana kalırsa bu geç bir isyan. Üstelik adresi de yanlış..
Rektörler bundan yıllarca önce isyan etmeliydi. Hem de, kendilerine para vermeyen hükümete ya da Milli Eğitim Bakanlığı'na değil, bedavacı velilere!
Sorun belli: Üniversiteler belki de son on yıldır yavaş yavaş ölüyor. Fakültelerin içi boşalıyor. Devlet üniversitelerinin sahip olduğu öğretim üyelerinin en iyileri, yüksek ücretlerle birbiri ardına açılan vakıf üniversitelerine transfer oluyor. Çünkü bir profesörün maaşı 700 dolara düşmüş durumda. Bugün Araştırma Fonu kaldırılıyor, yarın başka şeyler de kaldırılacak.
Sebebi de bu fakir ülkenin, dünyanın en zengin ülkelerinin bile artık vazgeçtiği bir lüksü; bedava yüksek öğrenim gibi bir lüksü sürdürmeye çalışması.
Ülkemizde yükseköğretim çağına gelmiş 18-24 yaş grubu içinde yer alan 5 milyon gencimizden yalnızca 240 bini; yani her 1000 gençten yalnızca 48'i yükseköğrenim görme ayrıcalığına kavuşabiliyor.
Bu şanslı 48 gencin, hangi sosyo-kültürel gruptan, Türkiye'nin hangi bölgelerinden ve ne tip okullardan geldiğini hepimiz gayet iyi bildiğimize göre, parasız yükseköğretimin sosyal adaletle ne kadar bağdaştığı da kediliğinden ortaya çıkıyor.
Nitekim, Dünya Bankasınca yapılan bazı araştırmalarda da "yükseköğretime yapılan devlet katkılarından en çok üst gelir gruplarının yararlandığı ve ülke fakirleştikçe bu faydalanma oranının daha da belirgin hale geldiği" belirtiliyor.
Kısacası, parasız yükseköğretim, özellikle bizim gibi fakir ülkelerde, "mutlu azınlığa devlet sübvansiyonu" olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Ülkenin vergi mükellefleri, çocuğunu üniversitede okutan her aileye yılda yaklaşık 2000 dolarlık sübvansiyon yapıyor. Ve bu sübvansiyon kimsenin tepkisini çekmiyor. Sanayiciye teşvik verilmesine, tarıma sübvansiyona, esnafa ucuz krediye karşı çıkanlar, sıra üniversite eğitiminin sübvansiyonuna gelince suspus oluyorlar.
Rektörler dahil, hiç kimse, "sosyal adalet" adına yapılan bu sosyal adaletsizliğe karşı çıkma cesaretini gösteremiyor.
Bu konu ne zaman açılsa, "Peki fakir çocukları okuyamayacak mı" edebiyatıyla, olay çarpıtılıyor. Eğitim bedavacıları, üniversite öğrencileri arasında küçük bir azınlık oluşturan gerçek yoksulları mostra olarak vitrine çıkarıp, onların arkasına saklanarak kendi bedavacılıklarını sürdürüyorlar.
Eğer paralı üniversite eğitimi prensip olarak kabul edilse, gerçek ihtiyaç sahipleri için son derece etkili burs sistemleri kurulabileceğini, borçlandırma sistemleriyle zengin-fakir üniversite kazanan bütün öğrencilerin okuma hakkını kullanabileceğini gizliyorlar.
Eminim ki, bütün bu gerçekleri cuma günü YÖK toplantısına katılacak olan 53 rektör de gayet iyi biliyor ama cesurca ortaya çıkıp lafı eğip bükmeden gerçeği haykıramıyor. "Bu ülke, üniversite eğitimini tamamen parasız yapacak kadar zengin bir ülke değil, bakın İngiltere bile paralı yüksek öğretime geçti. Zengin ülkelerin bile yapamadığını biz nasıl yapacağız?" diyemiyor.
Daha önce de yazdım: Bugün üniversite krizini çözebilmek için en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey, gerçeği söyleme cesaretine sahip insanlardır.
Biz bu cesareti, en başta üniversitelerde yaşanan çıkmazı herkesten iyi bilen rektörlerden beklemeliyiz.
Rektörler artık, olmayan bir paranın paylaşım kavgasını bir yana bırakıp, başlarını paranın olduğu - ve gerçekte de hizmet verdikleri yere çevirmeliler. Bunun yerine, her zaman yaptıklarını yapar ve hükümetten para istemeye devam ederlerse, daha çok yol aşındırır, Anıtkabir'e daha çok çelenk bırakırlar...
|