kapat
25.05.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

ciceknet

Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Tarihte yoksulluk sorunu

Doğada, insanın dışındaki canlılar arasında "yoksulluk" diye bir şey yoktur. Ne balıklar arasında yoksulluk vardır, ne kuşlar arasında, ne karıncalar arasında...

Peki, neden insan dünyasında yoksulluk vardır? İnsan dünyası, doğanın dışında ayrı bir olgu mudur?

Bu iki sorunun yanıtı doğrultusunda değişir insanlık tarihi... Yoksulluktan kurtulma ve yoksulluğun bitirilmesi doğrultusunda..

Bundan 3500 yıl önce Hz. Musa, Firavunlar Mısırı'nın yoksul İbrani kölelerine, ölümden sonra vadediyordu zenginliği..

2000 yıl önce de Hz. İsa, "Bugün dünyada sonuncu olanlar, öteki dünyada birinci olacaklar" diyordu.

16. Yüzyılın başında Thomas More, "Ütopya" adlı kitabında, yoksulluktan arınmış bir ülke hayal ediyordu. Aynı yüzyılın sonunda da Campanella, "Güneş Ülkesi"nde aynı hayali kuruyordu.

Hayatın ortaya koyduğu gerçek tablo ise şuydu:

Zengin olanlar yönetenlerdi, yoksul olanlar da yönetilenler... Derebeyleri, krallar, imparatorlar ve çevreleri, zengindiler; yönettikleri köylü ve halk yığınları da, yoksul...

Bu çarpık denklem hiç mi değişmeyecek, hiç mi bozulmayacaktı?

Madem doğada, "insan" dışındaki canlılar arasında "yoksulluk" diye bir şey yoktu; "insan" Doğa'nın dışında ayrı bir olay mıydı ki, "zenginlik-yoksulluk" diye garip bir çatlamaya uğramıştı?

İnsanlık dünyasındaki "zenginlik-yoksulluk" çatlamasının nedenleri çok araştırıldı. Jean Jacques Rousseau, "bir toprak parçasını çitlerle çevirip, burası benim" diyen kişiye, kimse karşı çıkmadığı için; böyle bir çatlama olduğu hipotezini öne sürdü...

19. Yüzyıl Fransız düşünürleri; çalışanların yoksul, çalıştıranların zengin olduğu saptamasını yaptılar...

Ve derken bir saptama daha yapıldı. İnsanoğlu da, tıpkı öteki canlılar gibi doğanın bir parçasıydı. Hiç bir varlık doğanın dışında olamazdı. Ve doğa, sürekli bir değişim içindeydi; özü de bitip tükenmeyen bir enerjiden oluşuyordu.

İnsanoğlu, "efendi-köle", "sermayeci-işçi", "yöneten-yönetilen" ayrımları içinde; insanın kol gücünü, enerji kaynağı olarak kullanan egemen bir sınıf oluşturmuştu.

İnsanın kol gücü yerine, yeni enerji kaynakları bulmaya dönük yatırımlar yapılsa, böyle bir çatlama da sona ererdi.

Ama gerek köleleri, gerek işçi sınıfını çalıştıranlar; böyle bir yatırım için neden boşu boşuna para harcasınlardı ki?

Öyleyse?

Öyleyse suni bir yoksulluğa uğratılan işçi sınıfının, evrensel bir örgütlenmeyle "statükoyu" yıkması ve enerji yatırımlarının önünü açarak, işçi ve yoksul olmaktan kurtulması gerekiyordu.

Başka bir açıdan, "statükoculuk"; sürekli bir değişim içindeki doğanın, "tek değişmeyen şey, değişimdir" ilkesine de aykırıydı...

İnsanlık tarihinde "statükolar" sürekli yıkılıp aşılmıştı. "İşçi-sermayeci" statükosu da yıkılıp aşılacak ve yeni enerji kaynaklarıyla, yeni teknolojilerin önü açılacaktı. Doğa'daki sürekli değişime insanoğlu da, daha hızlı uyacak ve "zengin-yoksul" farkını gitgide kapatacaktı..

19. Yüzyıl'dan itibaren, enerji kaynakları genişlemeye başladı. Buhar, petrol, elektrik, nükleer enerji, elektronik, soğuk füzyon girmeye başladı üretime... "Ulus-devlet" modeli içinde, demokrasinin pekiştirilmesi, yoksulluğu azalttıkça azalttı.

Ancak modern teknolojilerdeki değişim, öylesine akıl almaz bir hızla gelişiyor ve üretim öylesine artıyordu ki; artan üretimlerin emilmesi için, dünyadaki yoksulların da zenginleştirilmesi gerekiyordu...

Ve biliniyordu ki, dünyadaki yoksulluğun baş nedenlerinden biri; içerde yatırımlar yapmak yerine, dışardan durmadan silah alan ve silaha yatırım yaparak kendi egemenliğini payandalamaya çalışan politikacılardır...

Çaresiz "insan hakları", "hukukun evrenselliği", "ekonominin evrenselliği ve bilimselliği", "saydamlık" getirildi gündeme...

Artık "ulus-devlet" modeli de aşılıyor; yoksul "köylü-işçi sınıfı" ve "politikacı-bürokrat oligarşisi" tarihin mezarlığına doğru yola çıkıyordu... 21. Yüzyıl'ın sonunda "dünya vatandaşlığı" hedefi görünüyordu.

Böylesi bir değişimden çıkarları bozulacaklar, elbet yine direniyorlardı değişime ve dört elle statükoculuğa sarılıyorlardı. Onlar da, "vatan-millet-bağımsızlık" hamasetini öne çıkarıyorlardı.

Ama doğanın temel özelliğiydi sürekli değişim ve insanoğlu da, hem doğanın dışında ayrı bir olgu değildi; hem de "yoksul-zengin" ayırımı ona özgü, özel bir yazgı değildi...

İnsanlık kötüye gitmez, Türkiye de gitmez. Enseyi karartmayın.

 
Ekonomik programın başarıya ulaşacağına inanıyor musunuz?

Evet
Hayır

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır