Bence İtalya'ya, İtalyan seçimlerine yakından bakmalıyız. Şöyle dikkatlice...
Kendimiz için çok ilginç dersler devşirebiliriz İtalya manzarasından...
Örnek mi?
Halk medya tekellerinden şikâyet ede ede, nasıl bir medya patronuna günün birinde başbakanlığı teslim eder ve böylece ona kamu televizyonlarını da kontrol etme imkânı verir?
Örnek mi?
"Temiz toplum" için seferber olan bir kamuoyu ve "Temiz Eller" operasyonuna gönül veren seçmen kitleleri on yıl sonra bu operasyonun kahramanlarını tarihe gömerken sanıklarını da parlamentoya nasıl gönderir?
Ne dersiniz; bu süreci izlemek önemli ve öğretici olmaz mı?
Olup bitenleri baştan alalım:
Medya patronu, güleryüzlü küstah, popülist yeni sağın temsilcisi, AC Milan'ın sahibi-başkanı Silvio Berlusconi seçimden zaferle çıktı...
Eski Roma Belediye Başkanı ve sol cephenin adayı Rutelli seçimleri kazanamadı....
Mafya ile işbirliği yaptığı iddiaları ciddi ciddi dile getirilen Dell'Utri (patronun yardımcısı) ve rüşvetçilikle suçlanan Cesare Previti de seçimden tartışmasız zaferle çıkanlar arasında...
Ama ne acıklı ki, partisine bile "Yozlaşmaya Karşı Değerler Partisi" adını koyan bir zamanların ünlü "Temiz Eller" savcısı Antonio di Pietro sandıkta silindi gitti...
Bir zamanların pek gürültü koparan siyasal kuruluşu Radikal Parti'nin başkanı Emma Bonino, medya tarafından dışlandıkları için açlık grevi yaparak seçimlere girdi...
Hep Roma tarafından "terkedildiğini" iddia eden Sicilya'da seçimlerin en büyük galiplerinden biri, "Temiz Eller"in baş hedefi eski başbakan Bettino Craxi'nin oğlu Bobo Craxi'ydi...
Neden böyle oldu? Siyasal-sosyal gerekçelerini ayrıntısıyla ortaya çıkartacaktır analizciler...
Ama ilk ağızda şunlar cesaretle söylenmeli:
Bir ülke, düzenin tamamını dikkate almadan sadece kuyruk acılarına ve çıkar çatışmalarına dayanarak temiz siyaset ortamı oluşturamıyor...
İçi boş sloganların büyüsüne kapılarak sosyal hayat yeniden yapılanamıyor...
Ne yazık ki, modern dünyada herkesin kendine göre bir sosyal ahlâk tanımı var. Mikrofon tutulunca ahlâk hakkında "mangalda kül bırakmayan" kitleler kendi başlarına kaldıklarında farklı ahlak ve çıkar tanımları yapıyor, ama Berlusconi "vergileri kaldıracağım" deyince herkes aynı nidayla karşılıyor: "Oh, yaşasın!.."
Herşeyden önce İtalya,"dünyadaki yeri" hakkında kitlesel bir vizyon oluşturamamış ülkelerdendir. Siyasetçilere suç atmak kolay, ama esas halkta vizyonun kırıntısı bile olmayınca popülistin biri çıkıp malı götürebiliyor.
Ve asıl önemlisi şu...
On yıl boyunca İtalya'da siyasetçilerin çürümesi, yozlaşması konuşuldu. Doğruydu...
Ama bunlar basit kişisel suçlar değildi. Bu, ortak toplumsal bir suçtu!
Yalnızca günah keçileri değil, sürünün büyük kısmı çamura batmıştı. İşin bu tarafı gözden kaçtı...
Sonunda sandıktan bir siyasal figür değil, şaibeli bir "patron" çıktı; kendini "Napoleon"la kıyaslayıp benzeştiren bir patron.
Repubblica gazetesinin dediği gibi "Ne bir ideolojisi, ne de doğru düzgün bir programı var" Berlusconi'nin.
Peki, bunu önemseyen var mıydı?
Diyeceğim şu ki; İtalya ilerledi, ilerledi ve bir gün baktı ki... Bir arpa boyu yol almış...