Atv'de 450, Show TV'de 450, Kanal D'de 345 çalışan var. Özel kanallar yoğurdu üfleyerek yiyorlar, hesaplarını iyi yapıyorlar. Devlet organı olan TRT'de 8 bin 157 kişi çalışıyor. Telifle çalışanlar bu rakama dahil değil. 10 bine mi, 12 bine mi çıkar, Allah bilir. Hep niye "Devlet küçülmeli" diyoruz? Hem masraf açısından hem de hizmetin doğru ve düzgün yapılması açısından.
Birincisindeki görüntü, resmen bir hortumlama biçimi. Hem de yasal yollardan. Haketmeyen çok insana para dağıtıyorlar. İkincisi, bu kuruma siyasiler köküne kadar baskı yapıp etkili oluyorlar.
D.Bakır, Birinci Lig'e gelirse renk verir. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Ama böyle gelecekse, daha şimdiden ızdırap verir. TRT, geçen hafta 3 maçı da yayınlamaya hazırdı. Federasyona dediler ki, "Bizde herşey tamam. İzin verirseniz yayınlayacağız."
Bundan sonraki safhada benim duyduklarım şunlar: Futbol Federasyonu'na Mesut Yılmaz direktif veriyor; "Maçı yayınlamayın" diye. Çünkü geçen yıl Antalya'da oynanan baraj maçlarında D.Bakır hakem tarafından resmen katledildikten sonra ANAP D.Bakır İl Binası hırpalandı. Herhalde sebebi bu. Aradan 1 saat geçiyor, bu sefer Rüştü Kazım Yücelen telefon açıyor. "Maçı yayınlayacaksınız, değil mi?" diyor. Federasyon'daki yetkili, "Sayın bakanım. İsterseniz genel başkanınızla bir görüşün, sonra bir daha görüşelim" ikazını yapıyor.
Aradan yarım saat daha geçiyor. Yücelen bir daha arıyor. "Evet" diyor, "Haklısınız, maç yayınlanmayacak."
Maçtan sonra da Futbol Federasyonu açıklama yapıyor: "Biz kimseden baskı almadık, bu kararı kendimiz verdik."
Şimdi soruyorum; Allah aşkına birileri buna cevap versin, çünkü çok önemli. Hakikaten bu işin içine Mesut Yılmaz, Rüştü Kazım Yücelen girdiler mi? Yoksa onların adını ortaya atarak bu işi Futbol Federasyonu mu yaptı? Neden korkuyorsunuz? Kamuoyunun bunları öğrenmeye hakkı yok mu?
Maçtan evvel kameramanların kameraları, foto-muhabirlerinin makinaları toplanıyor. TRT'nin maçı çeken kameramanının önünde duruluyor, görüntüler alamasın diye...
Maça vali gelmiyor. Dışardan gelen spor muhabirleri polis tarafından dövülüyor. Soyunma odalarına girerken Altaylı futbolcular dövülüyor. Maç da D.Bakır'ın 3-1 galibiyetiyle bitiyor. Ve bizler bu maç hakkında söylenenleri sadece duyuyoruz, resim de yok görüntü de...
Çünkü biz keriziz veya keriz yerine konuluyoruz. Ve bütün bunlar, eğer varsa, Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevlileri önünde oluyor. Biz devletimize herşeyimizi emanet ediyoruz. Paramızı, pulumuzu, namusumuzu. Veya ben öyle olduğunu tahmin ediyorum. Ondan sonra da geriye bir tek şey kalıyor. Hakem ve gözlemci raporları. Şöyle yukardan aşağı bir bakalım.
Hakem Ali Uluyol, mesleği astsubay. Yardımcı hakem Bünyamin Gezer, mesleği polis. Yardımcı hakem Metin Kıtmır, mesleği serbest ticaret. 4.hakem Harun Yiğit, mesleği astsubay. Gözlemci Erdal Güleç, emekli subay. Gözlemci Galip Bitigen, emekli astsubay, 5 yıl da D.Bakır'da görev yapmış.
Şimdi bunlar, acaba rastlantı mı? Bülent Yavuz, bütün bunların biraraya gelmesi tesadüf mü? Ne dersin? Yoksa bizler keriz miyiz, veya bize o pencereden mi bakıyorsunuz?
Geçen gün anlattılar bana, fıkra gibi geldi. Digitürk maçların üçünü de yayınlıyor. Kalabalık bir restaurant, herkes oturmuş televizyonların başına, bir tarafta G.Antep-Trabzon mücadele ediyor, diğer tarafta Erzurum-F.Bahçe, bu tarafta da G.Saray-A.Gücü. Kalabalık bir grubun içine arkadaşlarımdan biri hızla geliyor, "Arkadaş" diyor, "Hani Beşiktaş'ın maçı nerede? Ben Beşiktaş maçını seyredeceğim arkadaş." Diyorlar ki, "Hadi seni de kırmayalım. Al şu radyoyu, sen de onunla idare et."
Beşiktaş'ın bu hali, aslında bu yönetimin ayıbıdır. Şu anda borç 40 milyon dolar. Ortada takım da yok, satacak futbolcu da... Seba bu takımı bunların eline taze bir genç kız gibi bıraktı. Şu andaki halini benzetmeye dilim varmıyor. Ayıp olur.