Dört-beş yaşıma ait bu anının perde arkasını; anneannemin o iç paralayıcı hıçkırıklarının sebebini yıllar sonra öğreniyorum: O gün, dayımın baba evinden kopuş günü... Karısı ve ilk çocuğuyla birlikte "büyük aile"den ayrılıp kendi "çekirdek"lerini kurdukarı gün...
Yine yıllar sonra anlıyorum ki, o kopuş günü bütün annelerin doğanın bir yasası gibi, bir alın yazısı gibi kabullendikleri, ama yine de korkuyla bekledikleri gün...
Uzun yıllar boyunca, o kopuşun o kadar zor ve sancılı oluşunu, anneannemin geleneksel yapısına, modern hayatın gerekleri karşısındaki anlamsız direnişine bağladığım ve onun acısını küçümsediğim bir gerçek.
Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, onun isyanını; duyduğu acıyı saklama gereği duymadan, öyle "bağıra bağıra" ortaya koyuşunu; ondan sonraki kuşakların yaşanan bu çağdaş trajedyayı hayatın bir gerçeği olarak kabullenip olgun bir şekilde sineye çekmesinden daha insani ve daha yakın buluyorum kendime.
O henüz bu kopuşu kader olarak gören kuşaktan değil. Neden ille de kopmak gerektiğini anlamıyor. Umutsuzca da olsa, zamanın değişimine ayak diremek istiyor.
Bizler ise, modern hayatın bizlere neredeyse ölüm kadar kesin bir kader olarak dayattığı bu trajediye hiç isyan etmeden; kopuşun kaçınılmazlığı hakkında geliştirilen çağdaş mitleri hiç sorgulamadan, olduğu gibi kabulleniyor, gözyaşlarımızı içimize akıtıp etrafa gülücükler yağdırarak uğurluyoruz onları.
Bugün Anneler Günü. Ve ben bu Anneler Günü'nde, anneannemin o gün yaşadıklarını çok iyi anlıyorum.
Oğlum, onun ilkokul okuma bayramı fotoğraflarına bakarken neden yüzümün hüzünlendiğini, ilk çadırlı tatilimizin videosunu izlerken neden ağlamaklı olduğumu bir türlü anlayamıyor. Büyüdüğü için özür dilercesine, bir tür suçluluk duygusu içinde gelip boynuma sarılıyor.
"Üzülme oğlum, senin hiçbir suçun yok" demek geçiyor içimden.
Aslında asıl söylemek istediğim bu da değil.
Gerçekte, "Korkma oğlum, biz el ele verdik mi, bütün mitlere meydan okuyabiliriz" demek istiyorum. Ama bir yandan da, bunun ne kadar çetin bir savaş olduğunu biliyorum.
Onu kendimle birlikte bu kadar zorlu bir savaşa sürmeye kıyamıyorum.
Bu yazıda pek fazla birşey anlatamadığımın farkındayım. Modern toplumların yaşadığı en yaygın dramı, 3500 vuruşta toparlamamı nasıl beklersiniz ki...
Ama olsun hiç değilse, çoktandır içimde taşıdığım kocaman bir dert yumağının bir ucunu size uzatmış oldum. Sizler de ben de daha buradayız. Belki kördüğüm olmuş bu yumağı yavaş yavaş açar, yavaş yavaş tartışız.
Bu yazıyı Anneler Günü'nde yazdım. Ama pekala Babalar Günü'nde de yazabilirdim. Çünkü burada, annelik deneyimimle yazdığım herşeyin, bir çocuk büyütmenin her anını hakkını vererek yaşamış olan bütün babalar için de aynen geçerli olduğunu biliyorum.