Siyasetle ekonominin ayrışması
Galiba bu kez derede boğulmadan denize ulaşacağız. 15 Mayıs'ta toplanacak IMF İcra Direktörleri kurulundan önce yeni Niyet Mektubu'nun önkoşullarını tatmin eden noktaya gelebileceğiz. Böylece ekonominin acil ihtiyacı olan dış mali desteğe kavuşacağız.
Ama kolay olmadı. MHP ile telekom yasasındaki anlaşmazlık ancak Çarşamba gece yarısından sonra çözümlendi. Hemen ardından, aslında pürüzlerin tam da giderilmediği ortaya çıktı.
O kadar ki, Cuma günü gazeteciler Bakan Derviş'e istifa edip etmeyeceğini sorma ihtiyacını hissettiler. Dünkü haberler arasında bir ara MHP'nin hükümetten çekilmeyi bile düşündüğü yer alıyordu.
Bakan Derviş'le MHP arasında ipleri bu kadar geren konu ne idi? Bankacıların bir süredir kabusu haline gelen yeni yasa mı? Ya da BDDK'daki mevcut üyelerin görevlerinden alınıp yerlerine yeni üyelerin atanması mı? Yoksa Türk Telekom'un özelleştirilmesi mi?
Hayır. Bunların hiç biri değildi. Sorun, yeni yasa ile birlikte Türk Telekom'un yönetiminin de değiştirileceğinin anlaşılması idi. Yani MHP'yi en çok kızdıran, yasanın çıkması ile Türk Telekom'un fiilen özel kesime satılması arasında geçecek sürede yönetimi kaybetmesi idi.
Başından beri telekom yasasında esas sorunun yönetimin kimde kalacağı konusunda düğümlendiğini düşünüyorduk. Kamuoyuna yansıyan itirazlar bu sade gerçeği gizlemeyi amaçlıyordu. Son gerginlik herşeyi su üstüne çıkardı.
Devlet ve piyasa
Dikkatinizi mutlaka çekmiştir. Bakan Derviş geldiği günden beri her fırsatta Türkiye'de siyasetle ekonomi arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması gerektiğini söylüyor. Yeni yasalarla ilgili olarak da bu görüşünü tekrarladı.
Ne diyor? Kime diyor? Neden diyor? Türkiye'nin Şubat krizi sonrasında girdiği yeni dönemin anlaşılması açısından bu konular son derece önemlidir. Biraz açmak istiyoruz.
Önce genel bir gözlem yapalım. Siyaset ve ekonomi birbirinden bağımsız alanlar haline dönüştürülebilir mi? Ekonomik gelişmelerden etkilenmeyen bir siyaset ve siyasi kararlardan etkilenmeyen bir ekonomi olabilir mi?
Cevabımız hayır olmak zorundadır. Dünyanın her yerinde ve daima siyaset ve ekonomi içiçedir. Bir piyasa ekonomisinin devlet ve dolayısı ile siyaset olmadan tanımlanması dahi mümkün değildir.
Neden böyle? Piyasa ekonomisinin varolabilmesi için, adı üstünde, piyasalar gereklidir. Piyasa ise ancak iyi belirlenmiş mülkiyet haklarının mevcudiyetinde varolabilir. Mülkiyet hakları ise hukuku ve hukukun infazını, yani devleti gerektirir.
Modern tarihin bize öğretisi çok açıktır. Özel mülkiyet ve piyasa sistemi kendiliğinden oluşmaz, oluşamaz. Devlet tarafından tesis edilir, düzenlenir ve korunur.
Demek ki, devlet ve siyaset piyasa ekonomisinin bizzat kuruluşunda yer aldığı gibi, sürekli onu düzenler ve denetler. Örneğin, piyasa aktörlerinin ellerindeki ekonomik gücü kullanmaları sırasında toplumun çıkarları ile oluşabilecek çelişkilerde tek hakem mutlaka ve daima siyaset olmak zorundadır. Başka türlüsü mümkün değildir.
Devlet ve üretim
Peki, Bakan Derviş neden siyasetle ekonomiyi ayrıştıralım diyor? Sorunun cevabı Türkiye'nin çağdaş demokrasilerden özdeki farklılığında yatmaktadır. Aslında bunu hepimiz biliyoruz.
Türkiye'de devlet ekonomiye sadece hukuk ve yargı ile, yani düzenleyici ve denetleyici olarak katılmıyor. Aynı zamanda ekonomideki en büyük üreticilerden biri durumunda. Devlet ekonomide ayrıca bir piyasa aktörü olarak yer alıyor.
Bankalarını istediğine istediği gibi kredi vermek için kullanıyor. Şirketlerini devlet yönetimini eline geçirenlerin yandaşlarına istihdam, ihale, sağlamaları için kullanıyor. Tekeller kuruyor. Rantlar dağıtıyor.
Türkiye toplumu daha düşük büyüme hızları ile dünya gelişmişlik liginde sürekli irtifa kaybederek ödüyor. O bakıma Bakan Derviş'in neyi amaçladığının çok iyi anlaşılması gerekiyor.
Türkiye devleti üretimden çekmekte çok geç kalmıştır. Son yaşanan her iki krizin de temel nedeni siyasetin elindeki bu iktidar alanını terketmeye razı olmamasıdır.