kapat
12.05.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

ciceknet

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansbank

 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

Toplumun keşfi

Değişim, keskin bir arzu olarak dillerden düşmüyor son zamanlarda. Aslında daha da öte; bu arzu toplumun tümünü kuşatan bir ruh haline dönüşmüş durumda. Değişime karşı oluşturulan refleksif ve bilinçli engeller ne değişim iklimini ne değişim beklentisini tersine çevirebiliyor. Çoşku yaratan, merkeze alınan, yönlendirici olan; niteliği ne olursa olsun, değişime dair adımlar ve gelişmeler.

Statükoyu, dirençleri ifade eden durumlar dün taşıdıkları kamuoyunu şekillendirme işlevinden çok uzaktalar.

Toplumun beklentisi, kamuoyunun havası değişim için "gerekli bir koşul" belki; ancak ne yazık ki "yeterli koşul" değil. "Yeterli koşul" siyasi hamlelerin toplumsallaşmasından, toplumsal beklenti ve girişimlerin siyasi nitelik kazanmasından geçiyor.

Türkiye'de olmayan, eksik olan yön de bu.

Değişim hamleleri, değişime ilişkin adımlar toplumsallaşamıyor, toplumsal nitelik kazanamıyor. Dünden bugüne değişime köstek olan, değişim karşıtı anlayışın ürettiği sterilleşmiş siyasi mekanizmanın dışına çıkamıyor.

Bunun nedenleri arasında Türk siyasal sistemin, siyasi kültür yapısının, mevcut siyasi zihniyetin bir dizi tarihsel temel özelliğini saymak tabii ki mümkün. Ancak bir de bunlar kadar önemli olan konjonktürel bir faktör var. Bu faktör son dört yıl içinde yaşanan çatışmalar çerçevesinde devlet-toplum, devlet-siyaset, asker-sivil ilişkilerinin aldığı biçimle yakından ilgili.

Sözünü ettiğimiz biçim "iki yönlü" bir "depolitisazyon ideolojisi"dir.

Bir yanda; toplumsal mutabakat bunalımı, bunun vatandaşlık, laiklik, zihniyet, demokrasi alanındaki tezahürleri ile bu çerçevede devlet cihazının kontrolunu hedefleyen çatışmaların yol açtığı bir durum var. Bu durum, TSK gibi siyaset dışı birimlerin siyasi eylemlerini kutuplaşma sayesinde toplumsal meşruiyete kavuşturmasını ifade ediyor; daha önemlisi, bu birimlerin buradan hareketle toplumsal sorunları ve talepleri hem fiilen hem algı olarak siyasetten koparmasını, devlete endekslemesini gösteriyor.

Diğer yanda, "toplumsal ve kültürel alan"ın her yönüyle bu çatışmalar çerçevesinde saray kavgası üzerine temellenen "steril siyasi mekanizma" içine hapsolması, başka bir deyişle depolitisazyonun türevi olan "aşırı ve steril bir siyasileşme" hali göze çarpıyor.

Toplumsal ve siyasal ilişkisi açısından değişim arzusu ve adımları ne olursa olsun, nerede durursa dursun, depolitizasyonun hakimiyeti devam ediyor ve bu, ülkenin en ciddi sorunlarından birisi olarak karşımızda.

Toplumsal ile siyasal arasındaki kopukluk, örtülü ve köklü bir temsil krizinin varlığına işaret eder; nitekim etmektedir.

Bugün parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin gerek ilişkilerinde gerek kendi içlerinde maruz kaldıkları sıkıntı ve bunalımlar; MHP, FP, DYP gibi partilerin açık ya da zımni meşruiyet arayışları, ANAP'ın temsil yelpazesinde toplumsaldan uzaklaşması, DSP'nin kurumsallıktan uzak tek adam partisi görüntüsü vermesi, hemen hepsinin parlamento içine hapsolmuş manevralarla siyasi yaşam alanını genişletme kavgasına girişmeleri bu krizin açık göstergelerindendir.

Peki bu sorun nasıl aşılır?

Şimdilik şunu söyleyelim:

Şüphe yok zaman önemlidir, siyaset-toplum ilişkisinin yoğunlaştığı anlar, durumlar da tayin edicidir. Ancak bir de işin iradi yönü var. Bu iradi yön, her siyasi partinin öngörerek ya da yaşayarak siyasi alanın "heterojen", "pluralist" bir nitelikte olduğunu görmesinden; kendi sahasını pekiştirmesi, tanımlaması, değiştirmesi, değişen toplumsal yapıyı izleyerek, ona uyarlanarak temsil kabiliyeti aramasından geçiyor.

 
Ekonomik programın başarıya ulaşacağına inanıyor musunuz?

Evet
Hayır

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır