Breh breh, ne rekabet!..
15 Ağustos 1924 günü iki "ezeli" rakip yani GS ve FB İstanbul Birinciliği yarışında, Taksim Stadyumu'nda karşı karşıya gelirler. 16 Ağustos 1924 günkü Cumhuriyet'te başlık şöyledir:
"Dünkü müsabakada galip anlaşılamadı".
N'ası yani diyorsanız, nasıl olduğunu, o günlerin Cumhuriyet'inde, Kemal Ragıp Bey'in satırlarından öğrenelim...
Şu Cimbom-Fener "ezeli rekabet"i iyi hoş da; işin içine döner bıçağı, şiş gibi amatör silahların girmesi, "rekabet"in bunlarla taçlandırılmaya kalkışılması, özellikle futbolun filan "hastası" olmayanların kafasını karıştırıyor. Ve insan merak ediyor, nedir bu? Nereye varır? Hikâyeyi okuyunca göreceksiniz ki bu, tamamen kendinden menkul bir fenomendir! Bulaşmak da şart değildir. İşte mesela şu son üç hafta ve özellikle de bugün yaşadığımız heyecanı ve gerginliği yaşamanın çok bir mahzuru da yoktur. Olsa ne olacak, zaten çaresi yoktur. Başa gelen çekilecektir. İnsan tedbirli olmalı, evinde oturmalı, balkona falan da çıkmamalıdır. Bu hayatımızın bir "rengi." Ve kimilerinin söylediği gibi herşeyin nedeni asla sadece "bu medya" ve "reyting kaygısı" falan da değildir. Birazdan göreceksiniz... (Bkz.: Yandaki sayfa...)
Fener'in saat gibi âhengi!
Fener, zamanında 'saat gibi işleyen âhengi' ile ünlüymüş. Üstte Fener'in 1926-27 sezonundaki kadrosunu görüyorsunuz: (ayaktakiler) Cevat, Sadi, N. Usberg, Bekir, İ. Uluğ, Alaeddin, Zeki, Füruzan, Kadri, Sabih, Sedat. (Oturanlar) Şahap, Fehmi, Nedim, Fikret
1924'ün G.Saray fırtınası
İşte kulüpçülük imanıyla dolu mektepli çocuklar... 1924 - 27 yıllarının Galatasaray takımı: Ulvi, Mehmet, Burhan, Kemal, Suphi, Nihat, Ercüment, Mithat, Rebii, Muslih, Mehmet (Leblebi) ve takımın İskoç antrenörü Billy Hunter... Verdiğimiz maçı bu takım oynamıştı...
BİR åFET HİKåYESİ
"Biz de spor aşkına, sporcu ateşine iman edenlerdeniz. Fakat mesela boksa vahşet diyenler, dün eline bir usturpa alıp ortaya fırlayan hiç tanımadığı insanlar arasında önüne gelenlere yumruk savuran kahramanlara acaba ne isim verecekler?"
Usturpa dediği, bir tür kırbaç. 15 Ağustos 1924 günü, Taksim Stadı. FB ile GS "İstanbul Birinciliği" için karşı karşıya gelmişler. Cumhuriyet Gazetesi'nden, Kemal Ragıp Bey'in kaleminden okuyoruz. Ama tamamını aktaramıyoruz. Çünkü gazete bu 'mühim müsabaka'ya, öncesinde ve sonrasında, neredeyse bir hafta boyunca yer vermiş. Maçtan iki gün önce, 13 Ağustos 1924 günkü yazısında bize "ezeli rekabet"in unsurlarını bir güzel anlatıyor:
"GS-FB rekabeti bizde hemen hemen futbol tarihi ile doğmuştur. Her zaman müsabakadan haftalarca evvel dedikodular, bahisler, iddialar başlar ve müsabakadan sonra yine aylarca yaşar. (...) Çok defa gördük ki GS'liler pek genç oyuncularla adeta ikinci takım halinde ortaya çıkmışlar fakat yüreklerde kaynayıp bütün hesapları altüst eden bir kuvvetle Fenerbahçe'nin o saat gibi işleyen ahengini dağıtıvermişlerdir. Bu noktadan bakınca GS'liler kulüpçülük imanı ile bütün diğer heyetler arasında temayüz ederler (yükselirler). Kulüplerine bu kadar merbut (bağlı) insanlar pek nadiren biraraya toplanabilir. Hele arkalarında bir mektep, bir gençlik menbaı var ki her an sarı kırmızı bir ateşle tutuşuyor. (...) Hiçbir tarihi hadise, o mektepli sporcular muhayyilesinde futbol menakıbı (muhabbeti diyelim,) kadar canlı bir yer tutamaz. Bütün bu kulüpçülük ateşinin hedefi, hemen sadece FB'dir."
Kemal Ragıp Bey, ertesi gün "iki takımı mukayeseli olarak ele alır, galip gelmek ihtimalinin hangi tarafa mütemayil olduğunu tetkik eder." Eder de, bakın neler olur...
GALİP ANLAŞILAMADI
15 Ağustos günü maç oynanır. 16 Ağustos 1924 günkü Cumhuriyet'te başlık şöyledir: "Dünkü müsabakada galip anlaşılamadı"... N'ası yani, diyorsunuz? Şöyle:
"GS ve FB ikişer sayı yaptıktan sonra kavga çıktı ve müsabaka tatil edildi" Bu kadar basit.
Kemal Ragıp Bey, maç gecesi gazeteye ancak kısa bir haber koyabilmiş, 17 Ağustos'ta ise maçı bütün tadıyla anlatmış. Başlığı şu:
'Galatasaray Fenerbahçe Afeti'
"Bu hakikaten bir fırtına, bir kasırga ve nihayet bütün meydanı altüst eden bir afetti. GS'liler önde Nihat, meydana çıktıkları zaman takımın Ulvi, åli, Mehmet (A), Kemal, Hayri, Mehmet (Leblebi), Edip, Fehmi, Mithat, Muhlis beylerden teşekkül ettiği anlaşıldı. Sarı lacivert formayı da bermutad Şekip, Cafer, Kadri, Ragıp, İsmet, Fahir, Sabih, Alaeddin, Zeki, Ömer, Muslih beyler taşıyordu. Oyun uzun müddet pek zevksiz, pek renksizdi. Herkes topa çat pat vuruyor, etraftan seyredenler her vuruşta manasız yaygaralarla ortalığı tutuşturuyordu. Galatasaray'ın her zamanki hararetli imanı vardı. Fakat hücum hattının teşkilinde çok azim hata işlenmişti. (...) Fenerbahçe müdafaası çok güzel çalışıyordu. Fakat insanın bir kere ismi çıkmasın derler ya, şiddet hususunda GS'lileri kat kat geçtiler. (...) Top böyle zevkten, sanattan mahrum bir sarsaklıkla iki kale ortasında dolaşırken GS aleyhine ilk ceza verildi. İnsan Ulvi'ye acıyacak gibi oluyordu. Birinci takımda ilk defa iştirak ettiği mühim bir maçta birinci sayı olmak üzere penaltıya mahkm olmak! Ne garip bir tecelli! Ceza vuruşu yerden sürüklenerek yuvarlandı ve GS'li kalecinin uzanan ayağının arasından geçti. Alkışlar, fırlayan fesler, kalpaklar, mutad gürültü, her zamanki kıyamet!.."
İlk golü yiyen GS, bozum olacağına gayrete gelmiş. Buna karşılık Fener de iyice sertleşmiş.
"Hele bir aralık Lebleli Mehmet'e Fenerli müdafilerden biri çelme taktığı zaman, bu on yedi yaşındaki çocuk kendi süratine inzimam eden çelmenin şiddetinden üç beş adım ileri fırlayarak yüzükoyun yere düştü. Ve öylece bayıldı. İnsan bu sahneyi gördüğü zaman yapılan şey kasapları kıskandıracak bir boğazlaşma mı, yoksa iki Türk kulubü arasında bir müsabaka mı, nedir, bir türlü kestiremez." Diyor Kemal Bey. "Yarabbi, Fener ve GS arasındaki bu rekabet bazan ne feci bir husumet rengine bürünüyor. Dün, futbol meydanında toplaşıp bağıran, çırpınan, sövüp sayan ve nihayet ani bir feveranla ortaya fırlayarak birbirlerini hiç de tanımadıkları halde dövüşen, boğazlaşan bu binlerce ahalinin gösterdiği heyecan, asabiyet, şiddet acaba başka hiçbir sahada görülmüş müdür? Hayır. Bu kadarı hiç de kibar ve makul birşey değil." Ne diyelim, ilahi Kemal Bey...
"GS'liler arkasından ikinci sayıyı penaltıdan yaptılar. Fener akınlarının pek sönük ilerleyişine nazaran GS'nin galebesi artık muhakkak gibiydi. Oyunun neticesine ancak beş on dakika kalmıştı. GS lehine bir ceza vuruşu daha verdiler. Zavallı Hacopulo biraz evvel Süleymaniye - Beşiktaş maçını da idare ettiği için üç saattir koşmuştu." Zavallı Hacopulo maçın hakemi oluyor. Bilgisi ve tarafsızığıyla öne çıkan genç bir hakemmiş. Ama ne yapsın! "Artık ahali meydana kadar taşmıştı. Penaltı çekmek için bile yer kalmamıştı. Boyunlarında siyah beyaz renkli fular taşıyan izci kıyafetli bazı gençler, güya inzibatı temin bahanesiyle ortaya çıkmışlar, seyircilerin sırasını, çizgisini kendileri bozdukları gibi, bu penaltı gürültüsü esnasında ilk kavgayı onlar çıkarmışlardı. Bunların oymakbeyi yok muydu! (...) İkinci gol de Fener hesabına kaydedilince meydanda büsbütün çılgınlık havası esti. Karanlık çökmüştü. Top peşinde rengârenk kıyafetli adamlar koşuyordu. GS solaçığı Muslih topu sürüp Fener kalesine yaklaştı. Şekip Bey mutat cesareti, her zamanki maharetiyle topu kurtardı. Fakat arkasından Muslih Bey'e bir de tekme hediye etti! Edip Bey araya girdiği zaman bir tokat da onun hissesine isabet etmişti. Fener'in o sessiz, sade, kendi vazifesini düşünen serinkanlı kalecisine ne olmuştu? İşte boğazlaşmanın en feci sahnesi bu dakikalarda canlandı..." Zavallı Hacopulo oyuncularla seyirci arasında kalır. Ne yapacağını yan hakemlere filan sorar ama nafile. Kemal Bey son tabloyu şöyle anlatmış:
"Meydanda koşuşan, öbek öbek birer köşeye mesela bir oyuncunun yahut hakemin yahut da antrenörün etrafına toplanan kalabalık, akşamın loşluğunda yavaş yavaş silinerek bir gölge oluyordu. Polisler, jandarmalar bu pürheyecan kitleyi teskine çalışıyordu. Nihayet o mıntıkanın zabıtası oyunun tatilini emretmiş, halk dalgalana dalgalana kapılardan çıkarken, o gittikçe koyulaşan boşluğun ortasında hâlâ bağıran, tepinen gölgeler vardı."
HANGİSİ BİRİNCİ?
20 Ağustos 1924 tarihli gazetede okuyoruz. Federasyon, 19 Ağustos günü saat 18.00'de maçın GS'nin penaltı atışıyla devamına karar vermiş. O gün, o saatte "zavallı" Hacopulo görevinin başında. GS bir eksikle aynı kadro sahada: Fehmi Bey Edirne'ye gittiği için gelememiş. Bir eksik de FB takımı. Saat yediyi bulup geçiyor, FB hâlâ ortada yok. Hacopulo ortaya çıkıp ilk düdüğünü çalıyor. Kapıda Fenerli Zeki Bey görünüyor fakat o da ne! Soyunmamış. Derken ikinci ve üçüncü düdük. Formalarıyla yedi Fenerli sahada. Hepsi bu:
"Top penaltı çizgisine kondu. Seyirciler halecan içinde. Dış kapılarda içeri taşmak için kaynaşan bir kalabalık var. Stadyum idaresi tarafından getirtilen tulumbalar geçen seferki gibi hadisenin vukuunda taşkınlığı teskin için su atmaya hazırlanmış. Nihayet hakem düdüğü öttü. Fenerbahçe kalesine penaltı çekmek şerefi yine Mithat Bey'e teveccüh ediyordu. Fenerliler kalenin önünde neticeyi seyrediyorlardı. Top düdükten bir saniye sonra FB'nin ağlarına çarptı. Ve böylece ikiye karşı üç sayı yapan GS'liler İstanbul Birinciliği'nde Beşiktaş'la karşı karşıya kalan son rakip oluyordu."
Peki İstanbul Birincisi kim oluyordu? 22 Ağustos Cuma günü Galatasaray'ı "sıfıra karşı iki sayı ile" yenen Beşiktaş!
EEEE, SONRA?
İşte size üç çeyrek asır öncesinden bir "ezeli rekabet" hikâyesi. Bu işin sonu ne olacak diye soruluyor. İşin hoş tarafı, soranların başında "ezeli rakip"ler geliyor. Bunlar tabii medyayı, reyting kaygısını falan öne sürüyorlar. Rekabeti kibar değilse de makul bir çizgiye çekme işini medyaya yüklüyorlar. Fatih Terim, tek sözcüklü bir cümleyle teşhis koyuyor: "Düzelmez!" Benim aklıma da, Deniz Gökçe'nin o çok sevdiği ve her fırsatta tekrarladığı cümle geliyor: "Taş devri taşlar bittiği için bitmedi, kafalar değiştiği için bitti!.." Terim o yüzden mi "düzelmez" diyor acaba?
AYTEKİN HATİPOĞLU
|