Saddam gölgeli demokrasinin son örnekleri
DSP kongresinde yaşanan gerginliğin, genel başkan adayı olmak isteyen Sema Pişkinsüt'ün konuşturulmamasının ve oğlunun tartaklanışının şaşırttığı kimse var mıdır acaba?
Dünyanın farkında olmayan birkaç fanatik dışında; sanmıyorum!
Eğer kongrede Sema Pişkinsüt özgürce konuşabilse ve derdini anlatabilseydi; o zaman şaşırtıcı olurdu.
Çünkü DSP'nin demokratik ve sol bir parti olmadığını bilmeyen yok!
Peki adını niye böyle koymuş?
Soyadı Kanunu çıktığında bazı Kürt aileleri, baskılardan kurtulmak için kendilerine Türk, Öztürk, Halistürk, Kahramantürk gibi adlar seçmişlerdi ya; bu da öyle bir şey!
***
Kongre kimseyi şaşırtmadı dedik. Özellikle dış dünyanın Türkiye'yi izleyen çevrelerinde, DSP kongresinin beklendiği gibi olup bittiği konusunda bir genel kabul var.
Çünkü o çevreler Türkiye'ye Müslüman ülkelerin en demokratı olarak bakıyorlar ama İslam kültüründe demokrasinin sınırlarının da ancak bu kadar ilerleyebildiğini düşünüyorlar.
Bilindiği gibi İslam ülkelerinde, diktatörlük yönetimleri egemen.
Suud Krallığı, Ürdün Krallığı, Emirlikler, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Hafız ve Başar Esat rejimi vs.
Türkiye bu ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar demokratik.
Hiç olmazsa serbest seçimler yapılıyor; karşı fikirler dile getirilebiliyor.
Ama en gelişmiş İslam ülkesinde bile demokrasinin niteliği, Batı demokrasilerinden farklı.
Bu yüzden Ğözellikle Saddam hayranlığı taşıyan bir liderin- partisi içinde rakip olmaya çalışan bir kadın politikacıya reva gördüğü muamele, onları pek şaşırtmıyor.
***
Yabancıların bu saptamaları bizi kritik bir soruya götürüyor?
Neden öncelikle Protestan, daha sonra görece olarak Katolik ve Ortodoks dünya, demokrasiye geçiş aşamalarını daha kolay gerçekleştirirken, İslam dünyası diktatörlük biçimine daha yatkın?
Niçin İslam dünyasının en demokrat ülkesi olan Türkiye bile, demokrasinin kalitesi konusunda yaya kalıyor?
***
Bu soruya yanıt ararken; öncelikle dinin inanç ve kültür boyutlarını birbirinden ayırdığıma dikkat çekeyim.
Eğer dinleri, inanç değil de kültür boyutuyla ele alırsak; Hıristiyanlık'la, İslam dini arasında çok önemli bir fark ortaya çıkmakta.
İslam dini, Hıristiyanlığa göre yaklaşık 600 yıl sonra gelmiş bir din.
Dolayısıyla bu dine mensup ülkelerin gerekli reformları yapabilmeleri bakımından Hıristiyanlığın 600 yıllık bir birikim fazlası var.
Eğer bu tarihten 600 yıl geriye gitsek, Hıristiyanlığın; dünyanın en korkunç işkencelerini uygulayan, tırnak söken, dil koparan ve insanları diri diri yakan bir rejimi dayattığını görürüz.
Ya da başka bir hesapla bugünden 600 yıl sonrayı görebilsek ve İslam ülkelerinin 2600 yıllarındaki rejimlerini ve gerçekleştirmiş oldukları reformaları incelemek olanağımız olsa, herhalde bugünkünden çok farklı bir manzara ile karşılaşırız.
İslam kültürünün, Hıristiyan kültüründen demokrasi ve insan hakları açısından farkı, aslında bir zaman farkıdır.
Ama bu iletişim çağında ve globalleşen dünyada, demokrasiye ulaşmak için 600 yıl beklememiz gerekeceğini sanmıyorum.
İnanıyorum ki; İslam'ın öncü ülkesi olan Türkiye beş-on yıl içinde demokraside önemli adımlar atacak ve bir daha parti kongrelerinde Saddam gölgesi görülmeyecek.
Basında kongreye karşı dile getirilen tepki, bunun sevindirici bir göstergesi.
|