Dostlar, çıraklar
Eski Arap şairlerden Ferezdek'e sormuşlar: "İnsanlar en çok kimden sakınmalıdırlar?"
Ferezdek cevap vermiş: "Dostlarından..."
"Ya düşmanlardan tehlike gelmez mi?"
Ferezdek, "Gelebilir" demiş, "Ancak düşmanlardan gelecek tehlikeye karşı zamanında tedbir almak mümkündür. Sen dostlarından sakın, çünkü onlar darbelerini en beklenmedik anda ve en amansız yerine indirirler.."
Şirazlı Sadi, 1200'lerde yazdığı "Bostan" ve "Gülistan"da anlattığı hikâyelerde "insan hallerinin" sürekli tekrarlanmaya değer örneklerini anlatır.
Dostluk ve vefasızlık hakkında anlattığı bir hikâye, usta-çırak ilişkisini anlatan hikâyelerin klasiği olmuştur.
Hikâyeyi, diline çok az dokunarak, Kilisli Rıfat'ın 1941'de yayınladığı Türkçesine büyük ölçüde sadık kalarak tekrarlıyorum:
Ustanın bildiği...
Birisi pehlivanlıkta rakipsiz birincilik kazanmıştı. Pehlivanlık ilminde 360 ağır oyun bilir ve her gün birisiyle güreş tutardı. Yetiştirdiği birçok çırağı da vardı. İçlerinden birisini gönlü sevdi, en çok oyunu, bildiği 360 oyunun 359'unu ona öğretti.
Çırak sürekli olarak, "Usta o son oyunu bana da öğretsene" der, ama ustası onu hep atlatırdı.
Çocuk pehlivanlık sanatında ve kuvvette son dereceyi buldu, karşısına kimse çıkamaz, zoruna kimse dayanamaz oldu.
Nihayet bir gün padişahın huzurunda dayanamadı, şöyle konuştu: "Ustam büyüğümdür, üzerimde hakkı var. Bu iki noktadan dolayı fazileti haizdir. Benden üstündür. Yoksa kuvvette ondan aşağı değilim, sanatta da ona müsaviyim."
Çocuğun bu terbiyesizliği padişahın hoşuna gitmedi, "Madem böyle konuşuyorsun, ustan ile güreşmelisin" diye emretti.
Geniş bir meydan tayin ettiler. Devlet erkânı, saltanat âyânı, meşhur pehlivanlar orada toplandılar.
Çocuk meydana sarhoş bir fil gibi geldi. Öyle bir dehşetle ilerliyordu ki, karşısındaki demir dağ olsa yerinden koparırdı. Usta anladı ki genç çırak kuvvetçe ondan üstündür. Bunun üzerine ondan saklamış olduğu, öğretmediği oyunu tatbik etmeye karar verdi. Çocuk kendisini ustasının elinden bir türlü kurtaramadı, çünkü o sarmalın defi çaresini bilmiyordu. Sonunda usta çırağı iki eliyle kaldırdı, başından yukarı götürdü, çevirdi ve yere vurdu.
Ok atmayı öğretirsen...
Meydanda bir gürültü koptu. Padişah emretti, ustaya bir kaftan giydirdiler, bahşişler verdiler. Çocuğu ise azarladı, kınadı; "Seni yetiştiren ustana vefasızlık ettin. Onu yenmeye kalkıştın, onu da başaramadın" dedi.
Çocuk kendini savundu: "Padişahım, ustam beni zor ile, kuvvet ile yıkmadı, benden esirgemiş olduğu bir oyun ile yıktı."
Ustası da cevap verdi: "Evet, o oyunu böyle bir gün için saklıyordum. Bilgeler demiştir ki, dostuna o kadar kuvvet verme ki sana düşman olacak olursa seni mağlup edemesin."
Hikâyenin sonunu Şirazlı Sadi şöyle bitiriyor:
"Büyüğü ile mücadeleye kalkışan küçük, öyle yere serilir ki, bir daha kalkamaz.
İşitmedin mi, kendi beslediği kimseden cefa gören adam ne demiştir: Ben ona her gün ok atmayı öğretiyorum. Kolu kuvvetlenince o bana ok attı.
Vefa denen şey ya esasen bu alemde yoktur, kuru bir adı vardır; veyahut bu zamanlarda vefa eden kimse yoktur. Benden ok atmayı öğrenen bir kimse yoktur ki bir gün bana ok atmasın."
|