İşsizlik kâbusu
Mustafa Aysan, geçen gün Radikal'deki köşesinde bir iş adamının ağzından dinlediği bir olayı aktarıyordu. İş adamımız kriz nedeniyle fabrikasındaki çalışmayı durdurmuş. Yıllarca birlikte çalıştığı elemanlarına kapıyı göstermek hiç de kolay olmamış tabii. Hele hele, fabrikayı durdurduktan sonra ziyaretine gelen işçi temsilcisi ile beş işçisinin kendisine söyledikleri iyice içine oturmuş.
"Efendim", demiş işçiler, "biz işsiz kalmış olsak da, bir işyerimiz olsun istiyoruz. Burası bizim ikinci evimiz. Her sabah evden çıkınca gidebileceğimiz ve vakit geçirebileceğimiz bir uğraşımız olsun diye lütfen fabrikamızı açık tutun. Ücret istemiyoruz. Ama yeni iş buluncaya kadar gelip gideceğimiz bir yerimiz olsun istiyoruz."
Bu sözleri okuyunca erkeklere her zamankinden daha çok acıdım.
Bu işçiler, bir erkek için işsiz kalmanın en korkunç boyutunu dile getiriyorlar. "Her sabah evden çıkınca gidebilecekleri bir yer..." istiyorlar ve haklılar. Çünkü erkek dediğin, her sabah evden çıkan insan türüdür. Evden mutlaka çıkmalıdır. Evden çıkmıyorsa, zaten erkek değildir.
İşsizlik bütün aile için yoksulluk ve çaresizlik demektir. Ama bir erkek için işsizlik aynı zamanda "gidecek bir yeri olmamak"tır, o zamana kadar evim dediği yerde, eşinin ve çocuklarının suçlayıcı bakışları altında iğreti bir şekilde oturmaktır ki, bu son söylediğim erkeklerin en büyük kâbuslarından biridir.
İşsiz kalmış erkek, kadınlar dünyasına sığınmış bir mülteci gibidir. O dünyanın sahipleri işsiz erkeğe belli ölçüde ilgi ve şefkat gösterseler de, yabancı ve fazlalık olduğu hissinin tam olarak kaybolmasına izin vermezler.
Erkekler eve iki türlü döner. Ya işlerini kaybeder, ya da emekli olur.
Kadınlar eve dönen erkeğe her iki halde de kızar.
Emekliye ayrılan erkek, öfke ve suçlanma bakımından işsiz erkekten daha şanslı olsa da; onun dönüşü sürpriz olmayıp "yıllardır endişeyle beklenen bir anın gelip çatması" gibi yaşansa da, sonuçta o da işsiz erkekle aynı mültecilik duygusunu yaşar.
***
Olay baştan basit bir işbölümü olarak başlamış olsa bile, sonuçta birbirinden habersiz yaşanan iki ayrı dünya çıkmıştır ortaya.
Erkek, yıllardır o evde iki ayrı hayat yaşandığını bilmez. Onun sabahları kapıyı çekip çıkmasıyla başlayan ve akşamları kapıyı çalmasıyla birlikte tatil edilen kadın-kadına hayattan habersizdir. O evde öyle bir gündüz düzeni kurulmuştur ki, aile fertlerinden hiçbir erkeğin eve geri dönüp bu düzeni bozmasını istemez.
İşsizlik ya da emeklilikle birlikte erkek, yıllardır sessiz sedasız yaşanan ve evdekilerde neredeyse bir tiryakilik yaratmış bulunan o kadınsı yaşam tarzının içine pat diye düşüverir.
Düşmesiyle birlikte kadınların bütün keyfi kaçar.
Erkek ayak altında dolanıp durdukça, eskiden iki saatte bitiveren ev işleri uzar da uzar. Adam, traşını olup gitmedikçe banyo temizlenemez. O televizyon seyreder ya da gazete okurken makine çıkarılamaz. Eskiden geçiştirilen öğle yemekleri için artık uzun uzun sofra hazırlanır. Öğlenleri ciddi yemek yenince, akşamüstü çay yanında yenen keklerin eski keyfi kalmaz. Zaten evin erkeği televizyon odasında kapalı otururken, salonda komşularla çay içmenin de tadı kalmaz. Komşular "erkek olan eve" eskisi gibi çat kapı gelemez olur, çat kapı gelemeyince de sohbetler eskisi gibi canlı olmaz. Artık ne eskisi gibi çarşı pazar dolaşmanın keyfi kalmıştır, ne de çayı demleyip dizi izlemenin...
Besbelli ki, erkek evde fazlalıktır. Ve daha evde kaldığı ilk gün, bu dünyaya ait olmadığı, istenmediği, doğal düzeni bozduğu kendisine hissettirilir.
***
Erkeklerin istemeden içine düştükleri bu yeni dünyayı tanımaları ve hatta zevk almaya başlamaları; kadınların da bu davetsiz misafiri kabullenmekten başka çare kalmadığını kavrayıp duruma uyum sağlamaları epey bir zaman alır.
Benim görebildiğim, bu süre en az üç-beş yıldır.
Ancak üç-beş yıllık bir emeklilik hayatından sonra, erkeğin evdeki varlığı kadınların gündüz düzeni için ciddi bir tehdit oluşturmaktan çıkar. Ancak o vakit bakarsınız ki, komşular çat kapı gelmekten, ulu orta konuşmaktan sakınmaz olurlar. Erkek, kabul günlerinde televizyon odasında kapalı durmak yerine, odadan çıkmış ve salondaki koltuklardan birine ilişmiştir. Önce suskundur, zamanla dedikodulara katılmaya başlar. Gitgide akşam çaylarının ve keklerin tiryakisi olur. Ve bir bakarsınız, bir gün kadınlardan önce televizyonun karşısına oturmuş dizinin başlamasını bekliyordur.
Onun artık "gidecek yer" sorunu yoktur. Kadınlar dünyası her zamanki becerikliliğiyle onu asimile ederek vanilya kokulu dünyasına kabul etmiştir.
|