Yedi Belçikalı, yedi Türk sanatçı Bilgi Üniversitesi bünyesindeki Bilgiatölye 111'de "ilişki" teması üstüne bir sergi açtı. 30 Nisan'a kadar gezilebilecek serginin sloganı Mevlana'nın her türlü ilişkinin özü sayılabilecek "Sadece susayanı su değil, su da susayanı bulur" sözü oldu. Bu röportaj, serginin Türk katılımcılarından resssam Ergin İnan'ın "böcekli" dünyasında kısa bir gezinti...
Bir ressam olarak isminizi zihnimize hep böceklerle birlikte yerleştirdiniz. Kendinizi böceklerle özdeşliyor musunuz?
Hayır ama onlara bakarken, çizerken ürperdiğim oldu. Benim için önemli olan bir lekenin üzerine koyduğum zaman böceğin orada bıraktığı imaj. Böcekten etkilenişim var tabii. Resim yaparken resim olmak lazım.
Hayatın anlamı üzerine böcekten aldığınız ders var mı?
Niye sözcüğü hep bir soru işareti kalır baktığımız nesnelerde. Niye bu var burada? Niye ben varım? Belki cevabını aradığım bu sorunun varlıkları böcekler. Bir ayağın uzantısı, bir kanadın şeffaflığı resimde farklı bir atmosfer oluşturdu. Böceğin kuytularında bir ışık yakalıyor, onu çiziyorsunuz.
İkonalarınız, mektuplarınız, böcekleriniz... Hepsinde eski yazıyı kullanıyorsunuz. Eski yazı okuyup yazmayı öğrendiniz mi?
Hayır ama insanın resmi anlarken sezgisel bir gücü oluyor. Ben Kuran okumadım ama okuyanlar, nasıl o yazının üstüne bu figürü koydun dediler bir seferinde. Resme koyduğum yazı bir tefsirmiş ve ben oraya bir arı resmi koymuşum. Ben sezgisel olarak bir şeyin tam yerini bulmaya çalışıyorum. Zaman zaman akıl da yardım ediyor tabii.
Platon'un tasviri mağarada elleri, ayakları bağlı duran adam, dış dünyayı bilmediği için mağaraya düşen gölgeleri gerçek addeder. Siz kendinizi nerede görüyorsunuz?
Tam tersi ben gerçek bir dünyada yaşayıp, bunun gerçek
olmayan, bilinmeyen yanını görmeye çalışıyorum. Bilinmeyene varmak için de bir yoldan gitmek zorundasınız. Hakikat nedir? Çok zor bir sorudur bu.
Bunca resimden sonra, size boşuna yaşamadığınızı fısıldayan cevabınız vardır muhakkak.
Cevap değil soru var. Ölümün sonucunda vardığımız noktanın ne olacağı aslında hepimizin kafasındaki soru. Ölmeden önce ölmek... Geride bir iz bırakacağım. O iz belki bir anahtar sözcük olabilir. Asıl ölümden sonra bir iz. Mevlana'nın 6 ciltlik Mesnevi'si başucu kitabımdı benim öğrencilik senelerimde. Dönem dönem de okudum. Her okuyuşumda bir şey yakaladım onun ve kendi içimde derinliğime girdim. Perdeler ardında yeni gizler aralandı.
Birliğin içindeki çok sesliliği mi, çok sesliliğin ardındaki birliği mi daha iyi görebiliyorsunuz?
Aslında bir küçük noktada, bir zerrede bile, evrenin, kozmozun büyüklüğünü muhakkak görüyorsunuz. Bu büyüklüğün, bir zerrenin evrenle aşağı yukarı aynı
nitelikte olduğunu kavramamak imkansız. Bir noktanın büyüyerek açıldığını evrenleştiğini düşünün. Bu anlamda baktığınız zaman nesneleri muhakkak bir bütün içersinde görmek lazım. Tabii bende çok parça var. Ayrıntılara varamazsanız bütünü vareden yansımayı dile getiremezsiniz.
Ruhunuz bedeninizden çıkıp, size malzeme toplamak için başka boyutları seyre mi dalıyor?
Resim yapmak bir konsantrasyon işi. Tamamen dünyayla ilişkinizi kesmedikten, başka bir uykuya dalmadıktan sonra olmuyor. Her zaman uyuduğumuz uyku değil. Onun ötesinde, resim yapmak duygusuyla, tuvalle başbaşa kaldığın zaman muhakkak o duyguya varmak, o uykuya dalmak lazım.