  
Fasit daire
Siyasetsiz bir siyaset. Siyasetin etkilemediği, "marjinalize" edildiği bir devlet. Bu durum, sadece Cumhurbaşkanı'nın değil, ANAP'tan DSP'ye, CHP'den son zamanlarda FP'ye kadar birçok siyasi partinin de kabul ettiği, uyum sağlamaya gayret ettiği bir "oyun kuralı" haline geldi.
Bu "oyun kuralına" can simidi gibi sarılan bir partinin lideri 18 Nisan 1999 seçimlerinden hemen önce bakın neler demiş:
"Önümüzdeki dönemde siyasi partiler arasındaki mesafe ya da işbirliği, ideolojik yakınlık veya karşıtlıktan kaynaklanmayacak. Tersine, anlayış farkı tarafından belirlenecek. Buna karşılık DSP ile aramızda zımni bir ittifak var. Her iki parti, siyasetin normalleşme koşullarından, FP'yle hiçbir şekilde ittifak yapılmayacağına kadar benzer temalar işleyecekler..."
Sözler tahmin edebileceğiniz gibi Mesut Yılmaz'a ait. Sözler bugün için de geçerli.. Sözler sıkıcı, sıkıntılı, kaygı verici; ama ANAP'ın ve diğer iktidar partilerinin durduğu yer açısından gerçek.
Siyasetsizliğin siyasi partilere, siyasi liderlere bu denli egemen olduğu bir dönemi Türkiye hiç yaşamamıştı. Partilerin toplumsal taleplere bağlı bir "değişim ya da dönüşüm siyaseti" yerine, devlet otoritesini, dengesini ve uyumunu merkez alacak bir "istikrar siyaseti"ni, bu istikrar siyaseti içinde palazlanmayı, güçlenmeyi hedeflemeleri bu gelişmenin açık göstergesidir.
Asıl hüzün verici gerçek şudur:
Asli politikaları belirleyen devletin sadık icra memuru olmaktan öte bir anlam taşımayan "siyasi işletmecilik" anlayışı, temsil krizi yaygınlaşıp, genel kural haline geldikçe, mevcut sert çatışmalardan kaçma eğilimindeki seçmene 18 Nisan seçimlerinde bir sığınak görevi yaptı.
Ölüm korkusunu intihar ederek gidermeyi andıran bu davranışın bugün tüm vahim sonuçlarını yaşıyoruz.
Gelinen noktada kamuoyu, sivil örgütler, hatta devlet "siyaset"in üzerine gidiyor, siyaset dışılığı talep ediyor; buna karşılık siyaset ve siyasetçi, doğru bir formülü, "çözüm=siyaset=demokrasi" formülünü ataletine gerekçe kılıyor, hiçbir şey yapmadan olduğu yerde duruyor.
Ve ikinci tur başlamış gibi görünüyor. "Siyasetsizliğin yarattığı sorunun daha yoğun bir siyasetsizlik dozuyla aşılacağı" sanılıyor. Bu yolla krizin daha vahim, daha karanlık noktalarına doğru yola çıkmaya hazırlanılıyor. Kriz içinde debelenme ve acizlik krizden çıkışın yolu sanılıyor. Krizin nedenlerini tespit etmenin yeterli olmadığı krizden çıkmak için meşru ve dengeli yolların bulunması gerektiği fikri Türk siyasetçisinden, Türk aydınından çok uzakta duruyor. "İç dinamikler devreye girmezse dış dinamikler kartının değiştirici rol oynamaktan çok yırtıcı bir rol oynayabileceği", daha açık bir deyişle "siyasetdışılığın gücünü toplumu dışlayan tavırdan, bunun ise iç dinamiklerin hafifsenmesinden, yok sayılmasından beslendiği" görmezden geliniyor.
Dün sözünü ettiğimiz, bazı devlet aktörlerinin güdümünde 28 Şubat manevralarını andıran "büyük oyun"un ilk hamleleri başladı.
"Milli iradeci bir geleneği", "askerin lojistik desteği olma alışkanlığı"na çeviren TOBB, daha doğrusu Miras ve Erez ekolü, ilginç bir zamanlamayla Derviş'in programının açıklanmasına bir gün kala, her tür diğer alternatifi bir yana iterek ve "hükümetin istifasını" istedi. Bu çerçevede Kıvrıkoğlu-Miras görüşmesi, sonucu ne olursa olsun hafifsenemez. Dün iktidar partilerinin ara rejim tartışmalarına verdiği tepkiler, özellikle Yılmaz'ın isim vermeden TSK'ya işaret etmesi sıcak siyaseti kuşatan iklim açısından gözardı edilemez.
Bu gelişmeler tehlikelidir. Evet, bu hükümet gitmelidir, ancak gidişi yangını azdırmamalı, ara rejime yol açmamalı; tersine, gidişi siyasi alanı genişletecek koşullar yaratmalıdır. Aksi halde, tüm Türkiye, görünmeyen yüzlerine birkaç gün sonra değineceğimiz söz konusu büyük oyunun figüranları olacaktır.
|