  
Onuncu kattan düşmek..
Çocuklaşarak neşelenmek istediğimde videoya "Muhteşem Yedi- Magnificent Seven" filmini koyarım.. Seven Samurai adlı ünlü Japon filminin Hollywood versiyonu harikadır..
Şimdi hayatta olmayan Yul Brynner ve Steve McQueen harika oynarlar.. O zamanlar ünlü bile olmayan James Coburn ve Charles Bronson buradaki tiplemeleri ile yıldızlık basamaklarına ayak koyarlar..
Eli Wallach da muhteşemdir, Muhteşem Yedilerin karşısındaki haydut rolünde..
Film bir Meksika kasabasındaki krizi anlatır..
Güç bela geçinen köylülerin krizinin adı, Eli Wallach'tır. Çetesi ile yılda iki kez köyü ziyaret edip, köylülere ölmeyecekleri kadar birşeyler bırakıp, gerisini alıp giden Wallach!..
Krizle baş edemeyen köylüler, Amerika'dan yardım bulmaya giderler ve bulurlar da.. Teksas'ın en ünlü silahşörü Yul Brynner'i bulurlar.. Derviş ruhlu bir adamdır, Yul.. Altı hafta için 20 dolara ölümü göze alarak çalışmaya razı olur. Altı da yardımcı seçer kendisine..
Gider köye yerleşir, krizin gelmesini beklerler..
40-50 kişilik gözü dönmüş bir çeteye karşı, yedi tane silah doğrusu pek de iç açıcı bir durum değildir ha..
İçlerinde en filozofu Steve, her duruma bir öykü, bir anektod yapıştıran Steve durumu gene bir minik öykü ile özetler..
"Adamın biri on katlı bir apartmanın en üstünden düşmüş.. Her katın önünden geçerken şöyle dermiş:
'Buraya kadar iyi geldik..'"
"Aman düşüyorum" paniği değil.. "Buraya kadar iyi geldik morali"dir, savaşı kazandıracak olan..
Çetenin gelişi yaklaşır.. Kimse anlamaz, bu yedi adam, 20 dolar gibi komik bir paraya niye ölümü göze alıyorlar.. En başta "Bu baldırı çıplak köylüleri bırak gel benimle ortak ol" teklifi yapan Eli Wallach anlamaz zaten.. Adam filmin sonundaki o kovboy filmlerinin kaçınılmaz düellosunda kurşunu kalbinden yemiş giderken bile Yul Brynner'e hala anlamaz gözlerle sorar:
"Niye?.. Why?.."
Filmin en unutulmaz sahnesidir bu..
Niyesini gene Steve McQueen anlatmıştır, niye orda olduklarını merak edenlere.. Aslında Nepalli Everest fatihlerinden Mallory'nin lafıdır bu ya.. Steve kişiselleştirir..
"Bir arkadaşım vardı.. Çıkılması imkansız, ölüm tehlikeleri ile dolu bir dağa tırmanmaya karar vermişti..
'Niye' diye sordum..
'Çünkü orada' dedi.."
Çünkü orada!..
İmkansız gibi görüneni niye aşacaksın..
Çünkü orada..
***
Türkiye bir gökdelenin tepesinden düşüyor.. Ama on katlı değil bu.. 100 katlı da değil.. Sonsuz katlı.. Yere hiç düşmeyecek.. Çarpıp parçalanmayacak.
Yani durum, hep "Şimdilik fena değil" sonuna dek.. Ta ki, paraşütün düğmesini bulalım.. Basalım ve yeniden yükselmeye başlayalım..
Düşme sizi korkutmasın.. Çünkü sonu yok..
Çünkü "Şimdilik durum o kadar fena değil.."
Ve biz bu krizi de aşacağız..
Niye?..
Çünkü orada!..
Babasız çocuklara kucak..
Darüşşafaka Lisesinde harika bir öğleden sonra geçirmiştim.. Size hem o günü, hem Darüşşafaka'yı anlatacağım da, bir türlü denk gelmedi.. Oysa sevgili, unutulmaz dostum Tekin Aral'ın okulu idi o.. Bana nasıl dolu dolu anlatırdı okulunu, Ankara'da birlikte çalışırken.. Gittim, gördüm.. Az anlatmış..
Gene yazacağım, bu şimdilik bir duyuru..
Babasız, öksüz, fakir çocuklar için, ingilizce ve almanca kolej eğitimi veren Darüşşafaka'da parasız yatılı okuma imkanı..
İlkokul üçüncü sınıfı bitirmiş her babasız çocuk, kız erkek başvurabilir.. Kayıtlar başladı.. 22 hazirana kadar sürecek. 24 haziranda da sınav var. Yedi ayrı ilde..
Daha fazla bilgi mi?..
0-212- 286 22 00'a bir telefon lütfen..
En gelişmiş, en pahalı eğitimler, sadece zengin çocuklarına mahsus değil yani, bu ülkede..
İşte Darüşşafaka.. Parasız ve karşılıksız..
Ayla Dümer yaratıyor!..
Gene olağanüstü, gene büyüleyiciydi Ayla Dümer'in çizgileri..
Ayla ile kadın, kadın oluyor.. Dişi oluyor, zarif oluyor.. Dişilik ve zarafeti böylesine büyülü bir estetik içinde birleştirmek onun işi..
Aylar var defile izlemediğim.. Bu da zaten kendi dükkanında minik bir sunuştu.. Ama nasıl keyiflendik.. Bir yanımda Gencay Hanım (Gürün), öte yanında 40 yıllık dostum Nevra (Serezli).. Renklere bayıldık, çizgilere bayıldık.. Kızlara bayıldık.. En çok Nevra bayıldı kızlara.. Sinem.. Duygu.. Selin.. Asuman.. Cansu..
Bahar renkleri içinde bahar gibi kızlar..
O renkler.. O lanvin mavileri, o morlar, fuşyalar.. O rengarenk çiçekler, o kelebekler gibi uçuşan kumaşlar..
Gerçeklerin bunalımından, Ayla'nın rüyalarına bir saat için dahi olsa dalmak, hem de nasıl ilaç gibi geldi, bilseniz..
Yaşa sen Ayla!..
Bir Tavsiye
30 yıl sonra, gene "Aşk Gibi.."
Vay canına.. Nerdeyse 20 yıl olmuş, ben Yedi Tepe oyuncuları ile tanışalı.. Nasıl unutulmaz bir Kelebekler Özgürdür'dü, Hadi Çaman ile Füsun Önal'ın oynadıkları.. Kaç kez seyretmiştim..
Bu devirde 20 yıl Tiyatro yaşatmak.. Adamın heykelini dikerler, başka yerde olsa..
Geçen hafta gittim, yeniden, Hadi'ye..
30 yıl önce 1970'te seyrettiğim o fevkalade duygusal oyunu yeniden izlemek için..
Muazzez Kurdoğlu oynuyordu, Ana'yı.. Devlet Tiyatrosunun devlerinden..
Oğullarda Haldun Dormen ve Hadi vardı.. Gelinlerde Göksel Kortay ve Suna Keskin.. Hepsi zamanının starları idiler.. O zaman, gazeteler, dergiler tiyatro izler, tiyatro yazarlardı. İnsan tiyatro ile de star olurdu..
Bugünün gençliği Haldun Dormen'i, Dadı'nın Uşak Pertev'i olarak hatırlayacak oysa..
Bugünkü kadrodan bir tek Sema Aybars'ı biliyorum. Gene Devlet Tiyatrosundan ödünç.. Ötekiler gençler.. İlk kez gördüğüm gençler..
Anayı genç kızlığını yaşamadan Notre Damın Kamburu gibi bir adamla evlendirmişler. İki oğlan doğurmuş. Sonra kocası ölmüş. Çocuklarına üvey baba getirmemek için hayatına başka erkek sokmamış. Tüm sevgisini çocuklarına vermiş.. "Aşk gibi" bağlanmış onlara..
Aşk gibi..
Oyunun adı da bu zaten..
Sonra iki el kızı çıkmış, oğullarını elinden almaya kalkmış..
Anladınız.. En ezeli, en evrensel gelin kaynana ikilemi..
Oyundaki tüm roller baş rol aslında.. Hepsi ayrı tipleme, ayrı kompozisyon.. Ama Sema Aybars Ana'yı öylesine çarpıcı, öylesine muhteşem, öylesine olağanüstü oynuyor ki, sanırsınız, oyun onun için yazılmış..
Oysa Cenk Sözeri ve Serhat Onbul oğullarda, Eda Özel ve Arzu Oş, gelinlerde beklemediğim kadar iyiler. Onun için oyun baştan sona, ilgiyle, keyifle, zaman zaman gülerek, zaman zaman öfkeden deliye dönerek izleniyor zaten..
Ananın karşısında asıl çelişki, büyük oğulun karısı Eda.. Finaldeki karşılıklı tiradlar, iki tezin savunması sanki.. Ve bu düellodan galip çıkan, "Yanlış"ı savunduğu halde Sema Aybars.. Eda'yı bastıran oyunu ile münazarayı kazanıyor..
Eda'nın bir yanlışı var.. Yüz ifadesi hiç değişmiyor.. Durumlar hep değiştiği halde, o hep ayni bakıyor, içten pazarlıklı gibi.. Oysa, Anayı tanıdıkça değişmesi gerek..
Öyle kaptırmış ki, bu ifadeye kendisini, perde kapanıp, selam için açıldığında, hala o rolü, o ifadeyi sürdürüyor Eda..
Sema, analıktan çoktan çıkmış, kendisi olmuş, büyük bir neşe içinde alkışlayanları selamlarken..
Aşk Gibi, yılın mutlak görülmesi gereken oyunlarından.. Hadi'nin salonu biraz daha erken ısıtmaya başlaması kaydı ile..
Beşiktaş'ta bir sergi!..
"Çok büyük bir sanatçı Burhan Doğançay" dedi, Bülent Eczacıbaşı.. "Amerika'da yaşıyor. Orada ünlü, orada değerli.. Bizim ülke de tanısın dedik ve bu sergiyi bunun için Türkiye'ye getirdik.."
Beşiktaş Kültür Merkezi devasa ve harika bir mekan böyle büyük sergiler için.. Sergi Doğançay'ın 40 yıllık sanat serüvenini anlatıyor..
Kavramsal Sanat konusunda düşüncelerimi bu köşenin devamlı okurları bilirler..
Bir şeyi hiçbir yeteneği olmayan ben de yapabilirsem, onun nasıl bir sanat olduğunu pek kavrayamıyorum..
Şimdi bir anahtarcıya gidip çeşitli şekillerde on deste anahtar alıp, bunları desteleri ile, kapı ebadında bir tahtaya çaktın mı, bu nasıl "Sanat eseri" oluyor, benim tutucu kafam pek almıyor..
Kavramsal sanat insanlardaki tüm kompleksleri yok edebilir.. Bir tuvali simsiyah boyayınca ressam, 3.5 dakika süren bir "Do" üfleyince besteci, eski arabanızın lastiklerini üstüste dizince heykeltraş olabiliyorsunuz..
Doğançay'ın sergisi, bakın buna rağmen çok etkiledi beni.. Çünkü çok ilginç şeyler var..
Halılara ve kapılara bayıldım mesela.. Kokteylin kalabalığı içinde rahat bakamadığım için bir kez daha gitmeye de karar verdim..
Siz de gidin.. Çoluk çocuk, ailecek gidin.. Hoşça vakit geçirecek, konuşacak çok şey bulacaksınız.. Bu fırsatı kaçırmayın gerçekten..
İki notum daha var..
Sergideki yüz eserden 80'i sanatçının kendi koleksiyonundan.. Herhalde satmaya kıyamamış olmalı..
Bülent Eczacıbaşı'nı bulmuşken günün sorusunu sordum.. "İlaç yok. Hastalar ölüme terkedildi iddiası doğru mu" diye..
"Şimdilik öyle birşey yok. Her ilaç mevcut.. Ama bir çözüm bulunmazsa bir süre sonra sıkıntı başlayabilir" dedi.
TEBESSÜM
Yaşlı bir adam ormanın derinliklerinde yürürken bir kurbağaya rastlamış.. "Pist..pist..!" demiş kurbağa.. "Ben büyücü tarafından cezalandırılmış bir kurbağayım.. beni eline alıp dudaklarımdan öpersen muhteşem bir prensese dönüşeceğim ve geceyi birlikte geçireceğiz, bana ne istersen yapabilirsin..!"
Yaşlı adam sevinçle eline almış kurbağayı ve cebine koyup geri dönüp yürümeye başlamış.. "Heyy!" demiş kurbağa "Beni neden cebine koydun.. Hani öpücük?" "Benim gibi yaşlı bir adam için konuşan kurbağa daha çekici ve karlı..!" demiş yaşlı adam.
SEVDİĞİM LAFLAR
Felaketin bir iyiliği varsa, hakiki dostlarımızı tanıtmasıdır.
Balzac
|