Çocukluğumun Göztepe'si, bağları bahçeleri, çamları atkestaneleri, ekin tarlaları, toprak yollarıyla Köyceğiz'i aratmayan bir doğalıktaydı.
Akşamları çıngıraklı koyun sürüleri geçerdi bahçelerin önünden. Ve fenerci, omuzunda taşıdığı, ucu özel alevlendirilmiş uzun sopalı meşalesiyle tek tek havagazı fenerlerini yakardı.
İstanbul'un karmaşasından kopup, Köyceğiz'e gelince; sihirli bir zaman tünelinin içinden çocukluğumun pastoral dünyasına dönmüş gibi oluyorum sanki...
Pazar günü hava ne kadar güzel, ortalık ne kadar sakindi. Nisan başı, portakallarla limonların; nefti yapraklar arasında beyaz minik çiçeklerle donandığı mevsim...
Hamitköy'deki narenciye bahçelerinden, portakalla limon çiçeklerinin hafif melteme karışmış tılsımlı kokuları yükseliyor ve dalga dalga dağılıyordu ortalığa...
Bodur ve inadına nefti portakal ağaçlarında, sarı sarı valansiyalar kalmıştı sadece; yani yaz portakalları...
Ve altlarında, ılıman bakışlı, bembeyaz evcil güvercinler...
Köyceğiz gölü öğleye kadar; henüz insan gözü değmemiş, uçuk mavi, kırışıksız bir evren aynası gibi... Çevresinde eski zamanların volkanik dağları, tepeleri...
Her gün öğleden sonra ise birden hırçınlaşarak denizleşiveren Köyceğiz gölü...
Karşıdaki okaliptüs korularının yeşil çimlerinde adım adım dolaşan anaç bir tavukla, çevresinde dünyaya henüz gelmiş sarı ve haşarımsı civcivleri...
Ve vefalı dostlarım, Arap Hoca'nın inekleri...
Pazar günü hava ne kadar güzeldi; Pazartesi de öyle, akşama kadar...
Derken efendim saat 17'de elektrikler kesildi. Tam beş saat boyunca... Tüm Köyceğiz karanlıklar içinde kaldı; lamsız cimsiz bir zindan karanlığı içinde...
Dalaman'da, Köyceğiz'e elektrik veren trafo mu patlamış, ne olmuş. Aydın'dan teknisyenler çağrılmış. O nedenle uzun sürmüş trafonun onarımı...
Karanlıkların bitiminde; sinsi talanlarla, iri yalanların dünyaca malum sanal ülkesindeki elektrifikasyon berduşluğuna öfkelenmişcesine, göklerin gazabı başladı...
Şimşekli, yıldırımlı, korkunç tarakalarla öylesine bir yağmur ki, sormayın...
Geldiğimizi nasıl sezinliyorsa, kaybolduğu köşelerden hemen çıkıp kapının önünde arzı endam eden, radyom gözlü simsiyah Otello bile; bizim diz üstü okşamalarıyla, ince alevli ağaç köklerinin yandığı ocak arasında, arada bir gerinirken, kaygılıydı...
Krizin boyutları, bir türlü ödenemeyen telif hakları, Ankara'nın aldığı yeni kararlar ve yakıştırma yorumlar; patlayan şimşeklerle şakırdayan yağmur sesleri arasında Kaf dağları arkasına üfleniyor gibiydi...
Ve Köyceğiz'in pazarı da beş kat daha ucuzdu İstanbul'dan...
İyi ki vardı şu Köyceğiz... Enseyi karartmadan üç beş gün geçirmek için...