Kahvaltılar anlatır
Bugün bir şifacılık öyküsü anlatacağım...Yalın ve hızlı biçimde.
Bazen birinin hekim, ötekinin hasta; birinin şaman ötekinin cin çarpmış olması durumunun aşk olduğu sanılır...
Oysa hasta gelip iyileşerek çıkılan yerler her zaman hastaneler, klinikler değildir! Ne yanılgı!..
Bazen bizim "aşk yuvası" sandığımız mekânlardan gün gelir "taburcu" oluruz.
Anlatacağım öykü de öyle!
İlk kahvaltıda başladı tedavi, son kahvaltıda bitti...
***
Sabah yataktan kalkıp mutfağa giderken her şeyi kesinkes anladığını düşündü genç adam; Ebru hastaydı... Yaralıydı!
Doymuşlukla yorgunluğun aynı bedende sarmaş dolaş olup uykuya daldığını görmüştü, çarşafların arasına dolanmış Ebru'ya bakarken.
Çok sevişmiş ama hiç okşanmamış bir ruhun izleri vardı genç kadının kollarında, bacaklarında, yanaklarında...
Kazak örmüş, gömlek ütülemiş ama bir kez olsun üşüdüğünde sırtına hırka koyulmamış bir kadın bedeniydi Ebru'nunki...
Kahve ısıtıcısının düğmesine bastığı sırada bir yandan da ona aşık olmaya başladığını düşünüyordu genç adam.
Yirmi dakika sonra, kahvaltıda Ebru'nun dudaklarının kenarına bulaşmış yumurta sarısını işaret parmağını uzatıp temizlerken...
Ve sonra parmağının ucundaki kabuklaşmış yumurta parçasını yalayıp Ebru'yu güldürürken kesinlikle emindi... Aşık olmuştu! (Hep iki kişiliktir ya aşklar; bu yüzden birisi çıkıp "Sen hekim oldun oğlum, hekim!" diyemez. Böyle sözler hep geç kalır...)
Aşık olmuştu genç adam; çünkü ilk kez, sanki yıllardır ilk kez gülüyormuş gibi gülüyordu Ebru...
Aşık olmuştu, çünkü Ebru ilk kez yürümeye başlar gibi kalkmıştı yataktan; ilk kez kahvenin tadını alır gibi içmişti kahveyi, zeytini hayatında ilk kez görüyormuş gibi ağzına atmış, istiridyeden inci çıkartır gibi çıkartmıştı zeytinin çekirdeğini ağzından...
Konuşmaya başlamıştı. Hissediyordu ki, konuştukça iyileşecek, yaraları sarılacaktı.
***
Bir gün kahvaltı masasını Ebru kurdu.
Bir pazar sabahı...
Kahve ısıtıcısının düğmesine hoyratça bastı. Tabakları sert biçimde yerleştirdi masaya...
Aslında genç adam dikkat etmemişti; yataktan kalkışı da farklıydı Ebru'nun...
Duş alırken de farklıydı Ebru... Kollarına bir uyuşturucu kurbanının kollarına bakar gibi bakmadan; karnını severek, buğulanmış aynada omuzlarına ve kalçalarına hayran hayran bakarak yıkanmıştı.
Genç adam Ebru'nun hiç konuşmadan dergi karıştırıp kahvesini yudumlarken; kafasından "dışarısı"nı geçirdiğini anladı. Artık "dışarısı" içerden daha çekiciydi!
Aşklarının sonu gelmişti, bunu da anladı.
Gençtiler, kendilerinden önceki kuşakların üyeleri gibi uzatmaları, yanıp yakılmaları gerekmezdi. Böyle geçirdi içinden genç adam...
***
Ebru biliyordu: Hastaydı, iyileşmişti ve şimdi genç adamın "hastanesi"nden çıkıp gidiyordu.
Genç adamın ise o konuda kafası bulanıktı: Hiç şifacı olmayı istememişti ki...
O, bugüne kadar ya sevişmek istemişti kadınlarla ya da onları sevmeyi...
|