Salı günü gençlerin "yurt dışında kendilerine bir hayat kurma" hedefine kitlenmeleri konusunu ele almıştım.
Neden konsolosluklar önündeki kuyruklar büyüyordu?
Neden gidiyorlardı, neden gideceklerdi?
Büyük kriz yüzünden mi?..
Böyle düşünmek, bile bile hataya düşmek olurdu; yalancılık olurdu; yine kendimizi aldatmak olurdu.
Küçük küçük krizlerin üst üste birikmesinin sonucuydu bu kaçma isteği!
Hepsinden önce parada değil, insana verdiğimiz değerde çok önceden başlayan "devalüasyon"un sonucuydu bu...
Meslek sahibi gençler, sırf daha "insanca" bir hayat için Batı'da garson olmayı, benzincide pompacı olmayı göze alabiliyordu.
Büyük kriz sadece bu duyguların patlamasına yol açmıştı.
Asıl buraya dikkat etmek gerekiyordu.
Çok sayıda mektup geldi bu yazıma yanıt olarak...
Bu mektuplardan bazı parçaları, sorunun daha iyi anlaşılması için köşeme alıyorum. Onlar anlatsınlar dertlerini.
Adları bende saklı okurlarımdan biri, ODTÜ'den mezun ve ünlü bir bankada iyi bir kariyere başlamış şanslı biri olduğunu ama yine de gideceğini söylüyordu:
Neden?
"Gitmek istiyorum çünkü anladım ki, bu ülkenin sahiplerinden biri ben değilim. Kim için kalacağım? Emniyet şeridinden gidip keyfine bakanlar için mi? Çalışıp çabalayan insanların vergisini hortumlayanlar için mi? Siyaseti ticaret olarak görenler için mi?"
Bir başka okurum 11 yıl önce Türkiye'den niye ayrıldığını anlatıyordu: "Kız arkadaşımla el ele tutuştuğum için Beşiktaş'ta, Kadıköy Meydanı'nda ve bir kez de Kadıköy vapurunda bir polis, bir taksici ve bir muhafazakâr vatandaşla kavga etmek zorunda kalmıştım, hiç unutmuyorum. Almanya'da mesleğimi bıraktım, yedi yıldır garsonluk yapıyorum ama onurum hiç o günlerde ülkemde kırıldığı kadar kırılmadı!"
Mülkiye mezunu bankacı ise "hayatım zehir oldu; Kanada'da benzincide çalışmak daha iyi geliyor bana" diyordu mektubunda.
Bir başka okurun yazdıkları apaçıktı: "Önceleri kaçmak korkaklık, yenilgi gibi geliyordu. Ne de olsa burası vatanımız. Dostlarım ve ailem burada. Ama dışarıya insanca çalışmak ve insanca yaşamak için gideceğim..."
Beş yıldır ABD'de yaşayan bir okurun yazdıkları da ilginçti: "Bir başka ülkeye gidenler o korkunç 'firar' duygusunu üzerlerinden hiç atamıyorlar. Ayrıca insanın kendini dilini konuştuğu insanlarla birarada olması bambaşka bir şey. ABD'deyken hep kendime 'değer mi?' diye soruyorum. Sonra Atatürk Havalimanı'na indiğim andan itibaren anlıyorum ki, değer! Türkiye'de sanki 'insana değer vermeyelim' seferberliği var!"
Parlak bir işi ve iyi bir kariyeri olan başka bir okur "Trafik polisi tarafından insan yerine konmak, hastanede insanca muameleyle karşılaşmak, devlet dairesinde iyi karşılanmak istiyorum. Başka ülkelerde üzerinde durulmayacak kadar basit şeyler bunlar... Hayatımı sonsuza kadar yurt dışında geçirmek istemiyorum. Ama burada en sıradan konularda bile çözümsüzlükle karşılaştıkça çıldıracak gibi oluyorum. Eşim benden beter bir ruh halinde. Galiba gidiyoruz."
Böyle sayısız mektup, elektronik posta kutumu doldurmuş halde...
Ben de bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
Kriz'in etkileri eninde sonunda geçer (deler de geçer, ama geçer!) Ama biz kapıkulları olarak; özgürlüğü elinden alınıp avcuna bir tutam para ve ekmek tutuşturulmuş, hayalleri soldurulmuş insanlar olarak yaşayamayız.
Bu "gergin" noktadır asıl sorun.
İşe buradan başlamak gerekiyor: İnsanca bir hayat ve özgürlük bilincini yükseltmeliyiz. Doların değerinin yükselmesi veya inmesi insanın değerinin bu ülkede aşağılarda seyretmesini çok etkilemiyor çünkü...